-- Diriliş Postası, Sağlıklı Bir Ümmet Olmak

KUDÜS’Ü FİLİSTİN’İN BAŞKENTİ YAPABİLMEK

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page

“Ey (Allah’a inanıp güvenen) müminler! Siz kendinizden sorumlusunuz.
Doğru yolda olduğunuz sürece yoldan sapanlar size asla zarar veremezler.
Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, yapıp ettiğiniz şeyleri size bildirecektir.”
(Mâide 5:105).

 

Kudüs meselesini basite indirgemeden ya da İslam âleminin tek meselesiymiş gibi sunmadan zalim-mazlum ekseninde insan hakları zaviyesinden ele almak icap etmektedir. Kudüs meselesini mevcut farklı İslami anlayışları çarpıştırmanın yeni bir malzemesi yapmaktan kaçınarak, aklı-ı selim ile durumu değerlendirip makul ve uygulanabilir somut adımlar atmamız gerekmektedir. Zira, mitinglerin ve hamasi nutukların sosyolojik ve siyasi bir karşılığı olmasına rağmen hakkaniyet kaygısı ve stratejik akıl bakışı taşıyan sükunetli çabalar meseleye kalıcı çözümü sunabilecek olan en isabetli mesailer olacaktır.

Bu bağlamda Kudüs’ün statüsü konusunda bilgi ve fikir üreten aydınlarımızın yazdıklarından edinebildiğim kanaati, meseleye kalıcı bir çözüm üretilebilmesine mütevazı bir katkı sadedinde özetle aktarmak istiyorum.

 

Kudüs’te Bugünkü Aşamaya Yüz Yıllık Bir Sürecin Sonunda Ulaştıklarını Gözden Kaçırmamak

“2 Kasım 1917’de yayınladığı Balfour Deklarasyonu ile İngiltere yahudilerin bölgede siyasi bir varlık oluşturmalarını destekleyeceğini açıkladı. 11 Aralık’ta da İngiliz askerleri Kudüs’e girdi. İngiliz işgali, Kudüs’teki sadece Haçlı işgaliyle kesintiye uğrayan yaklaşık 1200 yıllık müslüman yönetimini de sona erdirdi.

Aralık 1917’den itibaren Kudüs giderek İslami karakterini yitirmeye başladı. Bu dönemde yerli nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan müslüman ve hıristiyan Araplar’ın yerine yeni gelen yahudiler yerleştirildi. Kudüs 1917-1920 yılları arasında İngiliz askerî yönetiminde kaldı. 1920 San Remo Konferansı’nda İngiltere’nin manda yönetimine verilmesiyle de 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşuna kadar devam edecek İngiliz sivil yönetimi göreve gelmiş oldu. İngiliz yönetiminin yoğun yahudi göçüne izin vermesiyle Kudüs ve daha geniş manada Filistin 1920, 1928, 1929, 1933 ve 1936’da bir dizi protesto, silahlı ayaklanma, grev ve boykota sahne oldu.

İngiliz yönetiminde Kudüs köklü demografik, ekonomik ve kültürel değişimler yaşadı. Şehir içinde yahudi nüfusu Arap nüfusunu geçti. Ekonomik olarak da Araplar kendi imkânlarıyla, dışarıdan yoğun maddi destek alan yahudilerle mücadele etmek zorunda kaldı. Araplar ile yahudiler arasında dengelerin tamamen altüst olmasının doğurduğu problemleri çözemeyen İngiltere, 1947’de Birleşmiş Milletler’e sunduğu Filistin’i paylaştırma planında Kudüs’e milletlerarası bir statü verilmesini önerdi. 1948 Arap-İsrail savaşında İsrail Batı Kudüs’ü işgal etti. Ürdün ise eski şehri yani Doğu Kudüs’ü ele geçirdi. Böylece Kudüs, Batı ve Doğu olmak üzere ikiye bölündü. İsrail, Ocak 1950’de Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı olarak Batı Kudüs’ü başşehir ilan etti ve parlamento ile birlikte diğer önemli hükümet birimlerini oraya taşıdı. 1948’de 60.000 Arap nüfusuna karşılık yahudi nüfusu 100.000 dolayındaydı. Bu rakam 1967’de 197.000’e yükseldi. 1967 Arap-İsrail savaşında şehrin tamamını işgal eden İsrail, bazen aşırı güç de kullanarak şehri yahudileştirme çalışmalarına hız verdi. Yeni yerleşimlerin şehri kuşatıcı şekilde planlanması ve özellikle Doğu Kudüs’te yoğunlaşarak bölgenin Arap nüfusunu geride bırakması dikkat çekiciydi. Birleşmiş Milletler’in birçok defa kınamasına ve karşı çıkmasına rağmen İsrail, Kudüs’ün Arap-İslam karakterini zayıflatma politikalarına devam etti ve nihayet 21 Ağustos 1980’de doğusu ve batısıyla birleşik Kudüs’ün İsrail’in ebedî başşehri olduğunu ilan etti. 1987’de Araplar 475.000 kişilik Kudüs nüfusunun %28’ini oluşturuyordu.

İsrail’in Kudüs ve Filistin’de Araplar’ın haklarını kısıtlayıcı politikaları 1987’de Batı Şeria’da “intifada”ya yol açtı. 1990’lı yıllarda da Kudüs’ün Arap-İslami yapısını değiştirmeye yönelik politikalara devam edildi. Tarihî mekânların yıkılması, Arap gayri menkullerine el konulması, çeşitli sebeplerle Araplar’ın şehri terketmesinin sağlanması gibi politikalar sonucu Kudüs’teki yahudi mülklerinin birkaç kat arttığı görülmektedir.” (1).

 

Hamaseti Köpürtmek Yerine Uygulanabilir Planlar Geliştirebilmek

ABD Başkanı Donald Trump’ın 6 Aralık 2017 tarihinde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan provokatif Kudüs kararı üzerine 13 Aralık 2017 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Liderler Zirvesi tarihî bir öneme sahiptir. Çünkü 1969’da İsrail işgali altındaki Mescid-i Aksa’nın kundaklanmasının ardından kurulan ve 1970’te ihdas edilen Genel Sekreterliğin Kudüs kurtarılana kadar devam ettirilmesini karara bağlayan İİT’nın misyonuyla gayet mütenasiptir. Bu tarihî zirve öncesinde ve sonrasında Umran Kültür ve Medeniyet Hareketi (2), İnsan Hakları ve Adalet Hareketi (İHAK) (3), “Ümmet Âlimleri Misakı” adıyla 44 maddelik bir manifesto yayınlayan girişim (4) gibi birçok sivil toplum kuruluşu ve platform İİT liderlerine yol göstermeyi amaçlayan basın açıklamaları yapmıştır. Bu haftaki yazımızda benzer saygın çabalar içinden örnek olarak MAZLUMDER’in -yazımında görev üstlendiğim- çağrısını (5) esas alan bir katkı yapmaya gayret edeceğim:

“… Doğu Kudüs hem 1967 tarihli 242 sayılı Güvenlik Konseyi kararına göre, hem de Güvenlik Konseyi’nin 1980 yılında kabul ettiği 478 sayılı karara göre Filistinlilere aittir. Mevcut uluslararası hukuka göre, işgal altında yaşayan halkların self-determinasyon hakkı vardır. Doğu Kudüs’ün 1967’de İsrail tarafından işgali öncesinde şehrin bu bölümünde nüfusun çok büyük çoğunluğu Filistinli Araplardan oluşmaktaydı. O nedenle bu halkın Doğu Kudüs üzerinde self-determinasyon çerçevesinde hükümranlık hakkı vardır.

İİT üye ülkelerinin liderleri şu hususları göz önünde bulunduran adımlar atmalıdır:

  1. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın ifadesiyle; “ABD bu kabul edilemez kararıyla, bilinçli bir şekilde tüm barış görüşmelerinin altını oymaktadır. ABD artık Ortadoğu barış sürecinde üstlendiği arabuluculuk rolünü terk etmiştir.”
  2. İnsanlığa barış getirebilecek temel yaklaşımın “güçlünün hukuku” yerine “hukukun gücü” olduğu tüm platformlarda açıkça savunulmalıdır.
  3. ABD’nin Kudüs’ü başkent olarak tanıması, yıllardır BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi’nce de defalarca kınanmış olan çok boyutlu hak ihlallerini meşrulaştıramaz. Dünya zorbalık ile hakkaniyet arasındaki farkı artık görmeli ve Amerika’nın gayr-ı meşru uygulamalarına daha fazla boyun eğmemelidir.
  4. BM Güvenlik Konseyi’nin de hiçbir zaman tanımadığı Kudüs işgali sürecinde ve özellikle 30 Temmuz 1980’de kabul ettiği Kudüs Yasası’yla ‘Birleşik ve Bölünmemiş Kudüs’ü İsrail Devleti’nin başkenti’ olarak ilan eden İsrail’in bu zaman zarfındaki ihlallerini tespit etmek ve tazminat ödetmek üzere BM bünyesinde özel bir komisyon oluşturulması talep edilmelidir.
  5. 1982’den beri Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) tarafından korunan Dünya Mirası listesine kayıtlı olan Eski Kudüs Şehri’nin “dünya çapındaki olağanüstü değerini ve bu dünya mirasını koruma ihtiyacını” yeniden vurgulayan karar ivedilikle hayata geçirilmelidir.
  6. Hıristiyan ve Müslümanlara ait kutsal mekânların korunması ve imarı konusunda uluslararası güvencenin sağlanması için Kudüslülerin yürüttüğü çabalara hukukçular tarafından destek olunmalı, var olan uluslararası düzenlemeler işler hale getirilmelidir. Bu çerçevede; 1904 tarihli Lahey Konvansiyonu’nun “kutsal mekânların insanlık tarihindeki yeri dolayısıyla korunması” ve 1907 tarihli Lahey Konvansiyonu’nun “ibadet yerlerinin kuşatma ve bombalanmasının yasaklanması” hükümleri ile işe başlanmalıdır. Bu meyanda Kudüs’teki İslam eserlerinin korunması için, Türkiye’nin başını çektiği bir uluslararası komite oluşturulmalıdır.
  7. BM Güvenlik Konseyi’nin, 20 Ağustos 1980’de 478 sayılı kararıyla Kudüs’ün statüsünü değiştiren bütün eylemlerin “geçersiz ve yasadışı” olduğunu ilan eden kararı başta olmak üzere İsrail aleyhine aldığı tüm kararlara müeyyide kazandırması sağlanmalıdır.
  8. Filistin arazilerinin rüşvet, iltimas, baskı, hileli işlemler, sahtecilik, haciz vs. yöntemlerle sahiplerinden alınarak siyonistlere nasıl intikal ettirildiğini araştırmak üzere uluslararası bir inceleme komisyonu kurulmalı ve geniş araştırma yetkileriyle donatılmalıdır.
  9. İİT üye ülkeleri, hiçbir anlaşma ve kararı tanımayan İsrail’e ve onun hamisi Amerika’ya karşı topyekûn hareket etmeli, diplomatik ve ticari yaptırımlar uygulamaktan çekinmemeli, bu soylu tutumlarının tüm dünya mazlumlarının desteğini ve Allah Teâlâ’nın yardımını celb edeceğine inanmalıdır.” (5).

 

Kazanılan Psikolojik ve Stratejik Üstünlüğün Kıymetini Bilmek

Kudüs tasarısının BM Genel Kurulunda kabul edilmesine üzerine, AK Parti 120. Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada; “Bir kez daha hatırlatıyoruz ki dünya 5’ten büyüktür. Hele hele 1’den haydi haydi büyüktür.” diyen Cumhurbaşkanımız ve İİT Dönem Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, dünyanın BM’den sonra en büyük uluslararası birliği olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nı bir hafta içinde toplayarak ve oy birliğiyle karar almasını sağlayarak tarihî bir hamle yapmış ve bu hamlenin neticesini de bir hafta içerisinde almıştır. Nitekim, Türkiye’nin öncülüğünde Mısır tarafından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) sunulan ve “ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti kabul ettiği” kararın ilgili BM kararlarına aykırı olması sebebiyle “hukuken geçersiz” sayılmasını öngören tasarının 18.12.2017 tarihinde ABD vetosuna rağmen daimî 4 üye ile geçici 10 üye devletin ret oyuna karşı tek başına kalmakla Amerika, diplomasi tarihindeki en büyük şokunu yaşamış oldu. 21.12.2017 tarihinde toplanan BM Genel Kurulu’nda da -savurduğu tehdit ve şantajlarına rağmen- yalnız kalan ABD bir hafta içinde ikinci şoku yaşamıştır. Zira, Türkiye’nin girişimleriyle hazırlanan ve Trump’ın Kudüs kararını geçersiz saymayı talep eden karar tasarısı, 9’a karşı 128 oyla kabul edilmiş, çekimser oy kullanan 35 ülke ile hiç katılmayan 21 ülkeye rağmen nitelikli karar yeter sayısı olan üçte iki çoğunluk sağlanabilmiştir.

Dünyanın beşten de birden de büyük olduğunu çarpıcı şekilde gösteren ve hak mefhumunun dibine dinamit koyan veto uygulamasının tahkir edici ne büyük bir zulüm olduğunu oylarıyla ifade etmekten çekinmeyen 128 dünya ülkesi, 7,5 milyara baliğ olan dünya nüfusunun %82,5’lik kahir ekseriyetini oluşturmaktadır (6,18 milyar). Kararda ret oyu kullanan Amerika ve İsrail ile, adı sanı bilinmeyen yedi devletçiğin dünya nüfusuna oranı %5,1’den ibarettir (380 milyon)! Amerikan hegemonyasına karşı duracak cesareti henüz kendinde bulamadıklarından dolayı çekimser oy kullanan 35 ülkenin dünya nüfusuna oranı %8,6’dır (650 milyon). BM’ye üye 193 ülkeden Kudüs oylamasına katılmaya bile cesaret edemeyen 21 ülkenin toplam nüfusunun dünya nüfusuna oranı ise sadece %3,8’dir (290 milyon). İİT bu son iki kategorideki ülkelerle çok yönlü iyi ilişkiler geliştirerek onlara güven telkin etmeli ve bu ülkelerin yöneticilerini Amerikan himayesi olmadan da yaşayabileceklerine ikna etmelidir.

İİT Dönem Başkanı Türkiye, 13 Aralık 2017 tarihinde İstanbul’da büyük bir başarıyla gerçekleştirdiği İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Liderler Zirvesi kararlarını tavsatmadan uygulamalı, Doğu Kudüs’ün Filistin Devleti’nin başkenti olduğunu teyit etmek maksadıyla üye ülkelerin 2018 yılı içinde Doğu Kudüs’te büyükelçilik açmalarını desteklemeli, BM Barış Gücü’nün bölgede görev almasını sağlamalı, alternatif olarak da İslam Barış Gücü’nü hazır etmelidir.

“… Ne var ki, iman eden ve salih amel işleyen (dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan), Allah’ı sürekli anan/hatırda tutan, zulme uğradıktan sonra haklarını savunanlar onlara dahil değildirler. Nihayet zulme gömülenler, nasıl bir devrimle devrileceklerini günü gelince öğrenecekler!” (Şu’arâ 26:227).

 

Yararlanılan Kaynaklar:

  1. el-Aselî, Kâmil Cemîl; “Kudüs: Osmanlı Dönemi ve Sonrası”, TDVİA, c. 26, s. 334-338, Ankara-İstanbul, 2002.
  2. http://www.umranhareketi.com/sayfa.php?detay=basin-aciklamasi-7b02, 13.12.2017.
  3. http://www.ihak.org.tr/tr/blog/ihak-tan-t-c-cumhurbaskani-sayin-recep-tayyip-erdogan-a-acik-mektup.html, 13.12.2017.
  4. http://www.milligazete.com.tr/haber/1440953/israille-normallesmek-haramdir#, 21.12.2017.
  5. http://mazlumder.org/tr/main/faaliyetler/basin-aciklamalari/1/islam-isbirligi-teskilatina-cagrimizdir/13120, 13.12.2017.

 

Tavsiye Edilen Kaynaklar:

  • Ali Öner, Çatışmalar ve Görüşmeler Sarmalında Filistin-İsrail, İstanbul, Mana Yayınları 2012, 376 s.
  • Berdal Aral; “Uluslararası Hukuka Göre Kudüs’ün Statüsü”, Diyanet Aylık Dergi, Ankara, Temmuz 2015, s.6-11.
  • Bora Bayraktar; “Kudüs’e Apokaliptik Saldırı”, http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/kudus-e-apokaliptik-saldiri-/998466, 08.12.2017.
  • Cengiz Tomar; “Kudüs’ün statüsü ve uluslararası hukukun(!) sefaleti”, http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/kudusun-statusu-ve-uluslararasi-hukukun-sefaleti/868209, 24.07.2017.
  • Cengiz Tomar; “Kudüs: Neden Şimdi?”, http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/kudus-neden-simdi/994377, 08.12.2017.
  • Çağrı Erhan; “Kudüs’ün Statüsü”, http://akademikperspektif.com/2017/05/16/kudusun-statusu/
  • Filistin Meselesi ve Birleşmiş Milletler”, http://www.unicankara.org.tr/filistin/12.html, 10.12.2017.
  • Ömer Tellioğlu, Filistin’e Musevi Göçü ve Siyonizm (1880-1914), Kitabevi Yayınları, İstanbul 2015, 314 s.
  • Kemal Öztürk; “Türkiye’nin Kudüs stratejisinde kritik nokta”, https://www.yenisafak.com/yazarlar/kemalozturk/turkiyenin-kudus-stratejisinde-kritik-nokta-2041637, 21.12.2017.
  • Hakan Albayrak; “Kudüs meselesinde durmak yok, yola devam!

http://www.karar.com/yazarlar/hakan-albayrak/kudus-meselesinde-durmak-yok-yola-devam-5765, 23.12.2017.

  • Mehmet A. Kancı; “Küresel işbirliği arayışında ‘Kudüs’ süreci”, http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/kuresel-isbirligi-arayisinda-kudus-sureci/1017958, 29.12.2017.
Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page
KUDÜS’ÜN MEMLÜKLER DÖNEMİNDEKİ HUZURLU GÜNLERİNİ HATIRLAMAK
MISIR’DA İHVAN LİDERLERİNE YÖNELİK SİYASİ İDAMLARI DURDURABİLMEK

Yorum yap

Yorum

  1. Filistin’deki mesele dinsel olmaktan çıkarılmalı. Meşru ve kadim “Yurt Hakkı (vatan)” üzerinden konuya bakılmalı. Bölgede tarih boyunca işgal ve fetih savaşları sürmüş, kim güçlü ise oranın ekonomik ve insan gücü kaynaklarını ele geçirmiş. Elbette diğer bölgelerde de aynı şeyler olup duruyordu. Elan da devam ediyor. “aklı-ı selim ile durumu değerlendirip makul ve uygulanabilir somut adımlar atmamız gerekmektedir.” … “hakkaniyet kaygısı ve stratejik akıl bakışı taşıyan sükunetli çabalar meseleye kalıcı çözümü sunabilecek olan en isabetli mesailer olacaktır.” Yazıdaki bu ifadeler anlamlı, değerli ve değerli yaklaşımlardır. Teşekkür ederim, Fethi Hocam, sağlık ve selametle inşallah.