-- Diriliş Postası, Vahiyle İnşa Olmak

VAHİYLE İNŞA OLABİLMEK

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page

Yeryüzünün halifesi olarak seçilen insan, dünyada kaldığı süre içerisinde vahye muvafık ve Allah’ın sınırlarına mutabık bir hayat inşa etmekle görevlendirilmiştir. Ne var ki, vahye mutabık bir hayatı inşa edebilmek için önce vahiyle inşa olmak gerekir. Bu hakikatin ne denli hayati bir öneme sahip olduğunu ortaya koyma gayretiyle kaleme aldığımız yazımıza, vahyin tanımıyla başlamakta yarar var:

“Sözlükte “hızlı bir şekilde ve gizlice söylemek, işaret etmek, ilham etmek” anlamındaki vahiy (vahy) terim olarak “Allah’ın bir emri, bir hükmü veya bilgiyi peygamberine gizli olarak bildirmesi” demektir (Lisânü’l-Arab, “vhy” md.). Vahiy kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de yetmişi aşkın yerde fiil kalıplarıyla, altı yerde de “vahy” şeklinde geçer ve bu âyetlerin çoğunda Allah’a, bunun dışında şeytana ve yardımcılarına nisbet edilir. Allah’a izâfe edilen vahyetme fiili peygamberler yanında Hz. Mûsâ’nın annesinde olduğu gibi insanlara, meleklere, arılara, yer küresine ve göklere yöneliktir. Şeytanlara atfedilen vahiy sözlük anlamındadır ve şeytanın kendi dostları olan insanlara ve cinlere, peygamberlerle müminlere düşmanlık etmeleri için gizlice telkinde bulunmasını ifade eder (el-En‘âm 6/112, 121). Bazı âyetlerde (en-Nahl 16/2; el-Mü’min 40/15) peygamberlere indirilen vahyin “ruh” diye anılmasının sebebi vahyin insanları, mecazi mânada ölüm demek olan bilgisizlik ve imansızlıktan kurtarıp onların gerçeği bulmasına yardım etmesi hikmetine bağlıdır. Özellikle Kur’an vahyine, insanın dünya hayatının kaynağını teşkil eden unsura benzetilerek mecazi anlamda ruh denilmiştir (eş-Şûrâ 42/52; Fahreddin er-Râzî, XXVII, 190). Vahiy meleği Cebrâil için “er-rûhu’l-emîn” isminin kullanılmasını mânevî hayatla ilgili vahiy getirmesiyle açıklamak mümkündür. Hz. Îsâ’nın ruh şeklinde nitelendirilmesi de aynı sebeple izah edilebilir (er-Râzî, XIX, 210-220). (Yusuf Şevki Yavuz, TDV İslam Ansiklopedisi, 2012, 42/440-443).

Vahiy: hayat suyu

Vahye mutabık bir hayatı inşa edebilmek için önce vahiyle inşa olmak gerekir. Bunun için de önce vahyi anlayarak okumak icap eder.

Vahyin hayata dönüşmesi için üstün bir çaba harcayarak teslim-i ruh eyleyen merhum Abdulcelil Candan hoca, “O, gökten su indirdi. Bu sayede vadiler hacimleri kadar suyla dolup taştı. Derken akıntı, (yüzeyde biriken ne kadar) köpüklü tortu ve atık varsa alıp götürdü. Bir tür takı ya da alet yapmak amacıyla ateşte/potada eritilen (metalin hasını, yüzeyine çıkan) köpüklü posadan arındırma işlemi gibi… İşte Allah hak ile bâtılı bu misalle açıklar. Artık bakılır: eğer köpüklü tortuysa sonuçta atılıp gider, fakat eğer insanlığın yararına bir şeyse yerli yerinde durur.” (Ra’d, 13/17) âyetini izah ederken vahyin aynen su gibi hayat bahşettiğini şöyle anlatır:

“Kur’an-ı Kerim, vahyin işlevini su ve ateş teşbihiyle anlatır. Çünkü su hayat kaynağı olduğu gibi, vahiy de kalplerin hayatıdır. Su ile vahiy arasındaki ortak payda diriltmektir. Nitekim ikisi de dirilticidir. Su kâinatı, insanı, bitkiyi, toprağı kısacası her canlıyı diriltmektedir; hayat kaynağıdır. Vahiy de kalbi, ruhu, düşünceyi diriltmektedir. Su ölmüş toprağı diriltmektedir. Vahiy de ölmüş kalbi ve ruhu diriltmektedir. Su ölmüş bitkiyi, yapraksız, meyvesiz bitkiyi diriltir; vahiy de bilinci ölmüş, duygusuz, bilinçsiz insanı diriltmektedir. Su hayatın kaynağıdır. Vahiy ise hayatın anlamı ve sırrıdır; ona yön ve hayatiyet verir. Bu nedenle Allah Teâlâ vahyi “ruh” olarak nitelemiştir (Şûrâ, 42/52).

Göz mesabesindeki akıl ile donatılan insana, doğru yolu görebilmesi için ışık mesabesindeki vahiy de lûtfedilmiştir.

Vahiyle tanışan insanın kalbinde aydınlıklar doğar, her şeye bakış açısı değişir. Vahiy sonsuz âlemlerle bağ kurdurur, hayat bahşeder, diriltir. Aydınlık, inşirah ve huzur verir. Küfür ise ıstırap ve sıkıntıdır. Vahiyden uzak insan, köksüz bitki gibidir; tüm kâinatla irtibatını kesmiştir. Hem kendisine hem de tüm kâinata yabancıdır. Vahiyle tanışan insan, önce Rabbiyle, sonra da evrenle tanışır, hayata anlam verir. Zihin, duygu ve hareketlerinde canlanma olur.

Toprağın yağmur ve su dışında bir şeyle dirilmemesi (Nahl, 16/65) gibi kalp de vahiy dışında bir şeyle dirilmez. “Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi (güzel) çıkar.” (A’raf, 7/58) âyetinde geçen güzel memleket müminin kalbidir. Kur’an’ı dinlediğinde onu kavrar, toprağın yağmurla bereketlenip dirildiği gibi vahiyle dirilip bereketlenir. İnkârcının kalbi çorak toprak gibidir, Kur’an’ı dinlediği halde, yağmurdan hayat ve yarar alamayan çorak toprak gibi onunla hayat bulamaz.

Vahiy de yağmur da gökten nazil olmakta, ikisi de insanlar umutsuz ve çaresiz kaldığında nazil olmaktadır. Vahiy önceki milletlerin ve kişilerin davranışlarını anlatır. Kişi vahyi okurken ona hayatını arz eder. Muvafık olan hareketlerine devam eder, uymayanları ise terk eder.

“Allah’ın insana bahşettiği ‘tekâmül mertebeleri’nin/yükseliş imkânlarının en başında vahiy gelmektedir.”

Su hayatın kaynağıdır; canlı her şey ondan yaratılmıştır (Enbiya, 21/30). Vahiy de manevi hayat, sağlam inanç ve ibadetin kaynağıdır. Suyun tutulması ve menedilmesi haram olduğu gibi (Ebu Davud, Zekât, 35), vahyin gizlenmesi de haramdır (Bakara, 2/159). Su necaset ve kiri giderir; vahiy de inkâr, cehalet, küfür ve nifakı dağıtır. Yağmur mümin münafık herkese iner; insanlar suda müşterektirler (Ebu Davut, Buyû’, 60). Vahiy de âlemlere rahmet olarak inmiştir, tüm insanları muhatap alır (Furkan, 25/1).

Kur’an, vahiyden nasibi olmayanları ölüye benzetir (En’am, 6/122). Yağmur hayat verdiği halde ondan rahatsız olanlar çıkabildiği gibi, kalpleri erozyona uğramış insanlar da vahiyden rahatsız olmaktadırlar. Yağmur sele dönüştüğünde zarara sebebiyet verebildiği gibi, vahiy de kalplerinde hastalık olanların azgınlık ve inkârlarını artırabilmektedir (Tevbe, 9/124-125; İsrâ, 17/82). Suya yabancı maddeler karışınca zehir olur, toprağı, bitkiyi ve insanı öldürür. Vahye de bid’at, hurafe, israiliyat karışınca ilahî olma özelliğini yitirir, yarar yerine zarar verir, sağlam inancı öldürür.

Âyette vahyin ateşe benzetilmesi, ateşin madenlerden yabancı kısımları atıp saf ve özü bırakma özelliğinden dolayıdır. Vahiy de yabancı, uydurma, ithal inanç ve bidatleri dağıtıp yok etmektedir. Her ikisinde ortak özellik, yabancı ve zararlı unsurları ayıklayıp özü bırakmaktır. Madenler eritilince yabancı maddeler atılır; ilim ve yakînle ile yabancı inanç, şüphe ve tereddütler giderilir.

“Kur’an, indiriliş amacı olan hidayeti/yol göstericiliği, ancak anlamı kavrandığında gerçekleştirebilir.”

Su bu dünyaya hayat verir ama, vahiy her iki dünyaya hayat ve anlam verir. Sudan yüz çevirmek bedenin ölümüne, vahiyden yüz çevirmek de imanın sönmesine sebebiyet verir. Rabbimiz son elçisine hitaben, “Kuşkusuz biz sana Kevser’i (vahyi) verdik.” (Kevser, 108/1) buyurur. Kur’an kurumuş, katılaşmış kalp ve toprakları hayat veren kevseriyle diriltir.” (Abdulcelil Candan, “Vahiy: Âb-ı Hayat”, Kur’ani Hayat dergisi, Eylül 2009, sayı: 8, s.24-28).

 

Hayatın vahiyle anlam bulması

“Vahiy; kavramlarıyla tasavvuru, önermeleriyle aklı, örnekleriyle şahsiyeti, bütünüyle hayatı inşa eder.”

Allah’ın insana bahşettiği “tekâmül mertebeleri”nin (Me’âric, 70/3), yani yükseliş imkânlarının en başında vahiy gelmektedir. Göz mesabesindeki akıl ile donatılan insana, doğru yolu görebilmesi için ışık mesabesindeki vahiy de lûtfedilmiştir. Böylece insan, yeryüzünde varoluş amacına uygun bir hayatı inşa etmekle görevlendirilmiştir. Vahye mutabık bir hayatı inşa etmede ustalık görevi kendisine verilen insanı Kur’an’ın nasıl inşa ettiğini, “Vahiy; kavramlarıyla tasavvuru, önermeleriyle aklı, örnekleriyle şahsiyeti, bütünüyle hayatı inşâ eder.” vecizesinin sahibi müfessir Mustafa İslâmoğlu şöyle açıklar:

“Vahiyle inşa olmanın olmazsa olmaz şartı; önce vahyin, yani Rabbimizin ne dediğini anlamaktır. İlahi bir inşa projesi olan vahyin muhatabı insandır. Zira insan hayatın öznesi olsun diye yaratılmıştır. Hayatı inşa edecek olan insandır. Yerler ve gökler, güneş ve ay, karalar ve denizler bu yüzden insanın emrine musahhar kılınmıştır. Bu yüzden insan Allah tarafından “yeryüzünün halifesi” olarak atanmıştır. Halifeliğini hakkıyla eda edebilmek için önce bir ustaya çırak olması lazımdır. O usta vahiydir. İnsan yeryüzünün ustası olmak istiyorsa önce vahyin çırağı olmalıdır. Vahiy tarafından eğitilmeli, vahyin terbiyesinden geçmelidir. Bunun olmazsa olmaz şartı vahyi anlamaktır.

Kur’an’ın bir anlamı vardır, çünkü bir amacı vardır. Kur’an’a bir anlam taşımıyormuş muamelesi yapmak, onu amacından koparmaktır. Kur’an’ın amacı muhatabının aklını karanlıklardan kurtarıp ışığın kaynağına kavuşturmak, yani doğru yola yöneltmektir (hidayet). Kur’an, indiriliş amacı olan hidayeti (yol göstericiliği), ancak anlamı kavrandığında gerçekleştirebilir. Zira, anlamın kaynağı olan Allah anlaşılmasın diye konuşmaz. Bu abestir. Allah abesle iştigalden münezzehtir.

Kur’an’a inşa edici bir özne olarak iman eden kimse, Kur’an’ı inşa etmek için değil, Kur’an’la inşa olmak için Kur’an okur. Kur’an öznedir. Zira, kendisi için kullandığı Mecîd, Kerîm ve ‘Azîz gibi sıfatların hepsi de özne, hem de mübalağalı özne kipidir ve bu, Kur’an’ın en üst derecede inşa edici bir özne oluşuna delalet eder. Kur’an’ı anlaması gereken insan da öznedir. Bu yüzden Kur’an okumak iki özne arasında kurulan bir diyalogdan ibarettir.

Anlama dönüş Rabbin tenezzülüne kulca teşekkürdür. Elbette vahiyden herkesin anladığı aynı olamaz. Herkes vahiyden aklı, imanı, ihlâsı, bilgisi, birikimi, gayreti, hikmeti, himmeti oranında istifade eder. Vahyi anlama çabası, Kur’an’ın ifadesiyle, “vahiyle hayat bulma” anlamına gelir (Enfal, 8/24). Vahiyle hayat bulma, aynı zamanda vahye hayat vermedir. Tersi de geçerlidir: Vahyin anlamını göz ardı ederek vahyi fetişleştiren her yaklaşım, vahyin dirilten damarlarını kesiyor, vahyin hayatla olan sahih ilişkisini kopartıyor demektir. Bu işlem Kur’an’ı Mushaf’a indirgeme, ilahî hitabı lafza indirgeme, tertîl ile okuma emrini tecvide indirgeme, haml’i (sorumluluğunu yüklenmeyi) hıfz’a (ezbere) indirgeme gibi hepsi de birbirinden vahim birçok sonuca yol açmaktadır. “Vahyi nesneleştirme” dediğimiz felaket işbu yaklaşımın top yekûn sebep olduğu sonuçtur.

Vahyi nesneleştirme, Kur’an’dan kopma değil vahyin anlamından kopmadır. Tıpkı Cuma Sûresi’nin 5. âyetinde anlatılan Yahudiler’in Tevrat’a yaptığını Müslümanlar’ın da Kur’an’a yapması demektir. Vahyin yazıldığı kâğıdı, meşk edildiği hattı, içine konulduğu kabı yüceltmek, fakat onun manasını ve o mana ile hayatı inşa talebini görmezden gelmektir. Furkan Sûresi’nin 30. âyetinde ifade buyurulduğu gibi onu metruk (terk edilmiş) bırakmak yerine mehcur (işlevsiz) bırakmak!

Vahyin eliyle inşa olan insanlar, yeryüzünü inşa ettiler. Vahiy onların öznesi, onlar da hayatın öznesi idiler. Öylesi zamanlarda tarihin yatağını İslam ümmeti belirledi. İslam ümmetinin belirlediği bu yatakta aktı insanlık. Fakat ne zaman ki Müslümanlar vahyi nesneleştirdiler. İşte o zaman kendileri de tarihin nesnesi olmakla cezalandırıldılar…” (Mustafa İslâmoğlu, “Vahyi Anlamaya Dair”, Kur’ani Hayat dergisi, Eylül 2009, sayı: 8, s.3-10).

Hayatını hevasıyla veya gaybten haber aldığını iddia eden yalancıların ilham ve rüyalarıyla değil, Allah’ın son vahyi Kur’an ile inşa çabasında olan; Kitab’a varis olmaya çalışan, Muhammed İkbal’in dediği gibi ölürken değil yaşarken Kur’an ile buluşan ve Kur’an’ı kendisine iniyormuşçasına okuyan; duygu, düşünce ve davranışlarını vahyin terbiye ettiği; tasavvurunu, aklını, şahsiyetini ve nihayet bütünüyle hayatını vahyin inşa ettiği hâlis mü’minlere selam olsun…

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page
KUR’AN AYI RAMAZANDA İHYA OLMAK
YETİMLERİ GÖRMEK VE HAKLARINI GÖZETMEK

Yorum yap

Yorum