-- Diriliş Postası, Mütefekkir Ulemâdan İstifade Edebilmek

DONUK BAKIŞ AÇISI

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page

Not: Bu yazı, Cevdet Said’in; “Donuk Bakış Açısı” başlığıyla 16 ve 23 Eylül 2018 tarihlerinde Diriliş Postası’nda yayımlanan iki yazısının birleştirilmiş nüshasıdır.

-I-

Geçen yüzyılın tam ortasında Kahire’de el-Ezher Üniversitesi’nde on yıl boyunca okudum. O vakitler ahir zamanda olduğumuz duygusunun insanlar arasında yaygın olduğunu fark etmiştim. “Kıyamet yaklaştı, din ve dünya sürekli geriye gidiyor ve her yeni gün öncekinden daha kötü oluyor…”

Doğduğum köyde de (Suriye, Kuneytıra, Bi’ruacem), Mısır’a gitmeden önce, dünyanın değişmeyen, sabit bir yapıda olduğunu düşündüğümüzü hatırlıyorum. Dahası kullandığımız eski pulluğun bile sabit yapısı olduğunu, hiçbir değişiklik ya da geliştirmeye elverişli olmadığını düşünüyordum. O kadar ki Allah’ın Âdem’i sabanıyla birlikte yarattığını zannediyorduk.

Bu katı ve çaresiz algılar artık bugün o günkü kadar belirgin olmayabilir ama farklı biçim ve görünümlerle yeniden ortaya çıkmaya başladı. Mesela insanların problemler içinde boğulmaları ve psikolojik açıdan bir çeşit felce maruz kalmaları, bütün bu sorunlar karşısında -tüm çeşitleriyle medya tarafından kuşatılmaları ve öğrenilmiş çaresizliğe sürüklenmeleri sebebiyle- değişim ya da ıslahın mümkün olduğu konusunda onları umutsuzluğa sevk etmektedir.

Önceki bazı yazılarımda tarihsel bilginin önemini ele almış ve bu bilginin insanın sağlığını ve psikolojik dengesini koruduğunu söylemiştim. Bu bilginin “donuk bakış açısı” problematiğiyle de bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Tarihin süregelen akışını ve çeşitli aşamalarını farklı farklı açılardan ele alan geniş bir bakış açısı kazanmamız olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Zira geçmiş tarihi bildiğimiz oranda gelecek öngörümüz sağlam olacaktır. Bu bilgi, -tarihteki tecrübelerin en iyi sonuçlarıyla uyumlu şekilde- davranışlarımızı değiştirmemize yardımcı olacaktır. “Takva”nın (sorumlu ve duyarlı davranmanın) ve “teshir”in (varlıklara hükmetmenin) anlamı işte o zaman ortaya çıkacaktır.

Hareketli bir görüntüyü üç boyutlu olarak görebildiğimiz ölçüde mutmain oluruz. Ancak hareketli görüntüyü bütünüyle görememe durumunda, sofistlerin ‘yokluk’ nazariyesi gibi saçmalıklara giden yolun önü açılmış olur. Böylece insan dünyada herhangi bir gerçekliğin olmadığını düşünmeye başlar ve umutsuzluğa esir düşerek hareket kabiliyetini yitirmiş bir felçliye dönüşür. Kanaatime göre insanların büyük çoğunluğunu ıslah çabalarına katılmaktan alıkoyan, ıslah için koşuşturanlarla dalga geçerek ahmakça, yeis halinde ve şaşkın vaziyette oturup kalmalarına yol açan sebeplerden birisi de işte budur.

Kapsamlı ve bilinçli bir kültürün yokluğu, durumun değiştirilmesi ve iyileştirilmesi hususunda hüsran, kötümserlik ve ümitsizlik duygularının yaygınlaşması; işte tüm bunlar, insanları köleleştirme peşinde koşanların en büyük sermayesini oluşturmaktadır! Nitekim onlar toplum üzerindeki tahakkümlerini istikrarlı bir şekilde sürdürmek için insanların kötümserlik ve umutsuzluk duygularını sömürmektedirler.

Yeni doğmuş ve kendini temizlemekten aciz bir bebeğe donuk bakış açısıyla bakarsak, onun potansiyel yeteneklerini heba etmiş oluruz. Aynı şekilde günümüzdeki politik, ekonomik, dinî ve ahlaki krizlerimiz ile komplolarımız, savaşlarımız, çatışmalarımız, çevreyi kirletmemiz, doğal felaketlere sebebiyet vermemiz vb. hastalıklarımıza (donuk bir bakış açısıyla) saplanıp kalırsak, umutsuzluğa ve şaşkınlığa düşeriz.

Oysa bunun yerine beşeriyetin hâlâ çocukluk merhalesinde olduğunu ve yetişkinliğe doğru emin adımlarla ilerlediğini idrak etmeliyiz. Bu gidişatı anlamayan ve donuk bir bakış açısıyla hareket edenler, umutsuz ve olumsuz bakış açısına karşı savunmasız hale gelir ve beşeriyetin istikbaldeki muazzam potansiyelini heba ederler!

*******

-II-

Yazının ilk bölümünde, çocukluk yıllarımda (seksen sene evvel Suriye’nin Kuneytıra bölgesinde) toplumda yaygın olan bir duygudan bahsetmiş, insanların ahir zamanda yaşadıklarını düşündüklerini aktarmıştım. Onlara göre her yeni gün bir öncekinden daha kötüydü…

Şahsen hep şu yöntemi benimsemişimdir: Ortaya konulan fikir ve kanaatleri Kur’an’la test etmek. Ne zaman bir kitap okusam ya da yeni bir fikirle karşılaşsam, Kur’an’a dönüp bu yeni düşünceyi orada ararım. Kahire yıllarımda çoğu zaman sabah namazından sonra Ebu’z-Zeheb Tekkesi’nde minarenin dibine oturur Kur’an okurdum. Çoğunlukla oruçlu olduğum için namaz vakitleri dışında hiç kalkmadan güneş batana kadar Kur’an okumaya devam ederdim.

Mısır’da kaldığımın on yılın sonunda, Cezayir’li merhum mütefekkir Malik Bin Nebi’nin fikirleriyle tanıştım. Onun “Şurûtu’n-Nahda: Yenidendoğuşun Şartları” isimli kitabını okuyunca ve “sömürülmeye elverişlilik” konusundaki fikirlerine muttali olunca dehşete kapıldım. Ona göre sömürgeciliği ve düşmanı suçlamak sorunlarımızı çözmemiz için doğru bir başlangıç değildi. Doğru başlangıç dâhilî nedenlere odaklanmak idi… Malik’in fikirlerini okuduktan sonra her zaman yaptığım gibi dönüp bu fikirleri Kur’an’a arz ettim. Onun bu fikirlerinin Kur’an’la gayet uyumlu olduğunu gördüm. Dahası sorunun kaynağını ararken kendi benliğimize yönelme fikri, Kur’an’da defalarca tekrarlanan bir yöntemdi. Bu hususu önceki bazı makalelerimde ele almıştım.

Aynı şekilde ‘âhir zaman’ söylemini de Kur’an’a arz ettim. Kur’an’ı bir de bu niyetle okudum. Kur’an’ı baştan sona bu bakış açısıyla okuduktan sonra, âhir zaman söylemine ilişkin sosyal algının hiçbir izini orada bulamadım. Tam tersine şu âyetlerle karşılaştım:

“Allah, içinizden inanıp güvenen ve iyi iş yapanlara söz vermiştir; öncekileri hâkim kıldığı gibi bunları da mutlaka yeryüzüne hâkim kılacak, razı olduğu dini bunlar için sabitleştirecek ve korku çekmelerinin ardından güvene kavuşturacaktır. Bunlar, Bana kulak verirler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra da ayetleri görmezden gelen olursa, işte onlar, yoldan çıkmışlardır.” (Nur 24:55). Keza şu iki ayetin de aynı konuyu cevapladığını gördüm:

“Elçilerimize ve inanıp güvenenlere hem dünya hayatında hem şahitlerin getirileceği günde (âhirette), elbette yardım edeceğiz.” (Mü’min 40:51).

“Kim Allah’ın, dünyada da âhirette de kendisine asla yardım etmeyeceği kanaatine varmışsa bir gerekçeyle göğe (Allah’a el açıp) yönelsin, diğer ilişkilerini derhal kessin ve baksın ki bu yol kendisini bunaltan şeyi gerçekten giderecek mi yoksa gidermeyecek mi?” (Hac 22:15).

Âhir zaman (zamanın sonu, kıyametin yaklaşması) vehmi yerine Kur’an’ın; yaratılışın artarak devam etmesi yönünde çok daha farklı bir kapı açtığını, insanlığın henüz beşik döneminde olduğunu ve insanlık tarihinin kesinlikle son aşamaya gelmediğini belirttiğini görüyoruz:

“Hayır, hayır… (İnsan), bugüne kadar Allah’ın kendisine verdiği emri tutmadı.” (Abese 80:23). Yani Allah’ın insanlık hakkındaki va’di ve bilgisi henüz tahakkuk etmemiştir.

Âhir zaman düşüncesi, değişimin ya da ıslahatın mümkün olmadığı duygusunun yaygınlaştığı toplumlarda ortaya çıkmaktadır. Keza insanlığın şimdiye kadar başardıklarına ve gerçekleştirdiklerine hiçbir yeni ilavenin yapılamayacağı zannına kapılan topluluklarda… Bu açıdan bakıldığında (son dönem vehmi), Amerikalı düşünür Fukuyama tarafından ortaya atılan “tarihin sonu” tezine benzemektedir. Nitekim Fukuyama, tarihin medeniyetler üzerindeki son hükmünü icra ettiği ve Batılıların dünya hâkimiyetiyle tek kutuplu küresel medeniyet modelinin kemale erdiği zehabına kapılmıştı. Oysa Batı’nın dünyaya âdil bir küresel model sunmadaki başarısızlığını gözden kaçırıyordu. Keza diğerine eşit gözle bakmama ve veto hakkını elinde tutma konusunda ısrarcı davranma hususundaki büyük kusurlarını görmezden geliyordu. Oysa bu büyük kusurlar medeniyetlerin yıkılmasında etkili olan önemli faktörlerdir.

Olay ve olguları, gelişme ve krizleri bireysel donuk bir bakış açısına mahkûm eder ve bunların nasıl başlayıp nasıl geliştiğini geniş bir bakış açısıyla ele almazsak, teşhisi yanlış koymuş oluruz. Bu da bizi tembellik, ihmal ve umutsuzluk bataklığına sürükler. Ama olay ve olgulara uzaktan ve yüksekten, geniş kapsamlı bir bakış açısıyla bakabilirsek, işte o zaman itminana kavuşur, Allah’a ve kendimize güvenir, en isabetli eylemi ortaya koyabiliriz.

Çeviri: Fethi Güngör

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page
TÜRKİYE VE YAKLAŞAN KAÇINILMAZ SAVAŞ (II)
TÜRKİYE VE YAKLAŞAN KAÇINILMAZ SAVAŞ (III)

Yorum yap

Yorum

  1. Cevdet Sait Hoca’nın, hayatın akışı içinde, sorunları ve çözümlerini, derin bir felsefi bakışla, Kur’an-ı Kerim’e refere ederken, pratik çözüm yollarını gösteren makalesinin, mükemmel bir tercüme ile Türk kamuoyuna yansıtılması büyük bir hizmet olmuştur. Yüreğinize, kaleminize sağlık.

  2. **Olay ve olguları, gelişme ve krizleri bireysel donuk bir bakış açısına mahkûm eder ve bunların nasıl başlayıp nasıl geliştiğini geniş bir bakış açısıyla ele almazsak, teşhisi yanlış koymuş oluruz. Bu da bizi tembellik, ihmal ve umutsuzluk bataklığına sürükler. Ama olay ve olgulara uzaktan ve yüksekten, geniş kapsamlı bir bakış açısıyla bakabilirsek, işte o zaman itminana kavuşur, Allah’a ve kendimize güvenir, en isabetli eylemi ortaya koyabiliriz.
    **Şahsen hep şu yöntemi benimsemişimdir: Ortaya konulan fikir ve kanaatleri Kur’an’la test etmek. **Yukardaki yazının içinden aldığım iki alıntı çoook güzel tespitler… bu tespitleri yapabilenlerin çoğalması ve biraraya gelerek çözüm üretmeleri zamanı geldi geçiyor bile diyebilirmiyiz acaba…

  3. Cevdet Said hocaya sağlık, afiyet dilerim. Geçmiş zamanlarda kitaplarından istifade etmiştim. Sayenizde de güncel düşüncelerinden istifade etmeye devam ediyoruz. İnsana, hayata dair sahiden dertli ve de tüm karmaşalara rağmen düşünsel dünyasını erdemli bulduğum bir otorite ile yaklaşık fikirlere sahip olmaktan dolayı da kendimi iyi hissettim.