-- İnsanlığın Dertleriyle Dertlenmek

SURİYE’DE REJİMİN AĞIR HAK İHLALLERİNİ GÖRMEK VE DUYMAK

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page

Nisan 2011’den bu yana savaşın tüm acımasızlığıyla hüküm sürdüğü Suriye’de, Esed rejiminin işlediği katmerli zulümlerden hastaneler bile istisna tutulmamıştır. Suriye halkının birikmiş çok çeşitli sorunlarına ve acılarına her geçen gün yenileri eklenerek devam etmiştir. Suriye’nin kuzeyini terör unsurlarından arındırarak güvenli bir bölge oluşturmak, hem dokuz yıldır Türkiye’de bulunan dört milyona yakın Suriyeli sığınmacılardan bir kısmının gönüllü geri dönüşüne hem de Suriye’de hayatın normale dönmesine katkıda bulunacaktır. Bu bağlamda Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı yanıbaşımızdaki şer girdabını kırmada önemli bir misyon üstlenmiştir.

Suriye’de İnsanlığın Ölmesine Sessiz Kalmamak

Toplu kıyımlar, fosfor bombası gibi yasak silahların kullanımı, yerleşim yerlerine hava saldırıları, bilhassa hastanelerin hedef seçilmesi gibi süreklilik arz eden sistematik saldırılar, başta hayat hakkı olmak üzere onlarca temel hakkın fütursuzca ihmaline artık kör ve sağır kalmamak gerekmektedir. Suriye’de savaş suçu ve insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamındaki ağır hak ihlallerinin cezasız kalması, hakkaniyet ve insaniyet duygusunu zedelemesi yanında ihlalci zalimlere pasif destek olma anlamı da taşımaktadır. Zira her türlü zulmüne rağmen insanlığın sessiz kalması, Suriye’deki baş zalimi cesaretlendirmekte ve zulmüne dolaylı bir onay aldığını düşünmesine yol açmaktadır. MAZLUMDER başta olmak üzere bazı insan hakları örgütlerinin Suriye’de işlenen savaş suçlarının ve ağır insan hakları ihlallerinin tespitinde ve engellenmesinde Birleşmiş Milletleri daha etkin görev almaya davet etmesi (1) takdire şayan bir davranış olmakla birlikte beş üyesine tanıdığı veto imtiyazını lağvetmekten aciz küresel bir kuruluşun bu mezalimi durduramayacağı açıktır.

Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR), 26 Haziran İşkence Mağdurlarıyla Uluslararası Dayanışma Günü vesilesiyle yayımladığı raporda, Suriye’de halk ayaklanmasının başladığı Mart 2011’den bu yana büyük çoğunluğu Esed rejimi tarafından, 177’si çocuk, 62’si kadın toplam 14.227 sivilin işkence sebebiyle hayatını kaybettiğini açıkladı. Beşşar Esed rejimi 173’ü çocuk, 45’i kadın toplam 14 bin 70 kişiyi işkenceyle öldürdü. Terör örgütü YPG/PKK, 1’i çocuk, 2’si kadın toplam 43 sivili işkence ederek katletti. Terör örgütü DAİŞ 1’i çocuk, 14’ü kadın toplam 32 sivili işkenceyle öldürürken, kimliği belirsiz taraflar ise 15 sivili işkenceyle öldürdü. Askerî muhalifler 43, Hey’etu Tahriri’ş-Şam ise 24 sivilin işkence sonucu ölümüne sebep oldu. Raporda, bu rakamların yalnızca tespit edilmesi mümkün olanlardan ibaret olduğu, gerçek durumun çok daha ağır olabileceği vurgulandı.

“Rejimin cezaevlerinde yaptığı işkencelerin yanı sıra olumsuz hücre koşulları, sağlıksız ve az gıda ve düzensiz uykunun mahkumlarda psikolojik rahatsızlıklara sebep olduğu ifade edildi. SNHR 30 Nisan’da da Esed rejiminin alıkoyduğu ve akıbetleri bilinmeyen 100 binlerce kişiden 890’ının cezaevlerinde öldüğünü Mayıs 2018’den itibaren nüfus dairelerine bildirdiğini açıklamıştı. Muhalif kaynaklar, halihazırda rejimin cezaevleri ve sorgu merkezlerine en az 500 bin kişinin tutulduğunu belirtiyor.” (2).

Suriye’de Baas rejiminde hep ihlal edilen ama son 9 yılda pervasızca alenen çiğnenir hale gelen insan haklarına örnek olarak Anadolu Ajansı’nın Haziran 2019 sonunda “Suriye’nin İşkence Mağdurları” ana başlığı altında yayımlamış olduğu birkaç haberi özetle aktarmak yeterli olacaktır.

İnsanlık Ayıbı İşkenceleri Rapor Etmek

“Suriye’de Beşşar Esed rejimi güçlerince yaklaşık 6 ay alıkonulan ve türlü işkencelere tanıklık eden Muhammed Firas Mansur, “Esed rejiminin zindanlarında rakamlardan ibarettik. Numaram 125’ti. Bizleri rakamlarla çağırırlardı. Numaramla çağırdıklarında yanıt vermediğim için işkence gördüm.” dedi. Suriye’de Esed rejimi ve destekçilerinin, cezaevleri ve sorgu merkezlerinde sebepsiz alıkoyduğu yüz binlerce kişiden biri olan Mansur, 14 Temmuz 2013’te Şam’da tutuklandı ve 2 Ocak 2014’te serbest kaldı. Mansur, rejimin zindanlarında tanıklık ettiği işkenceleri AA’ya anlattı:

“Bir gün şehir merkezine dönerken beni takip eden bir güvenlik devriyesine yakalandım. 4. kolorduya sorguya götürüldüm. Orada bir gün işkenceye uğradıktan sonra başka bir güvenlik birimine (Cumhuriyet Muhafızları Birliği) aktardılar. Orada 61 gün kaldım. Daha sonra Askerî Polis Merkezi’ne oradan da Adra Hapishanesi’ne gönderildim. 4. Kolordu’da beni yere serdiler. Sonra Şebbihalar beni tekmelemeye başladılar. Şuurumu kaybedene kadar uzun süre vurdular. Cumhuriyet Muhafızları Birliği’nde ise her gün işkence ritüeli vardı. Burada işlemediğin suçları itiraf etmem için sürekli işkenceler yaparlardı. 60 gün boyunca çeşitli sert işkenceler gördüm. Günde bir defa sadece bayat ekmek kırıkları ile bayat humus verirlerdi. Daha sonra 21.00 civarında yeniden işkence başlardı.

Ayaktan asma, tekerde işkence, suda nefessiz bırakma, plastiği eritip cilt üzerine dökülme, kaynar yağ veya su ile yapılan işkenceler gördük. 50’li yaşlardaki bir tutuklunun derisi erimişti. İşkence ettikleri kişilere sağlık bakımı yapmazlardı. Bir tutukluyu her gün koğuşun önünde diz çöktürüp ağzına idrarlarını yaparlardı. Bu benim unutmayacağım en zor sahneydi. 16 yaşından küçük çocuklar neden tutuklandıklarını bilmeden işkenceler görüyor. Bir örnek daha vereyim. Kendine yabancılaşma, kendinden kopma sorunu yaşayan 40 yaşındaki bir tutukluya sağlık durumuna bakmaksızın sürekli işkence ettiler. Adam işkenceden dolayı kendinden geçti. Bazen kendini bakan, yetkili ya da doktor zannediyordu… Kafamıza metal ve özel aletlerle vururlardı. Birinin başına gözümüzün önünde vurdular. 48 saat kanlar içinde kaldı. Kimse yardım etmedi…” Mansur tedavi sonucu işkencenin fiziki izlerinden kurtulduğunu ancak psikolojik etkilerini atlatmanın uzun zaman alacağını kaydetti.” (3).

Doğu Guta bölgesinde başlayan gösterilere katıldığı iddiasıyla muhalif Suriyeli erkeklerin tutuklanarak cezaevlerine atıldığını belirten Abdullah, bunun üzerine eşleri hapishanelerde olan kadınlara ve çocuklarına yardım edebilmek için kadınlardan oluşan bir dernek kurduklarını söyledi. Erkeklerin çoğu öldüğü veya tutuklandığı için tüm yükün kadınların sırtında olduğunu ifade eden Abdullah, Doğu Guta’ya giriş ve çıkışların yasak olmasından dolayı yardım alamadıklarını anlattı: “Doktor yok, ilaç yok, mama yok, çok zor durumdaydık, size yaşadıklarımızı anlatamam. Sokaklarda elleri, kolları, kafası kesilmiş yüzlerce ceset vardı. Aileleri öldürülen çocukların sığındıkları evleri benzin dökerek yaktılar, çocuklar dahi yakılarak öldürüldü. Adeta kıyameti yaşadık diyebilirim.

2014 yılında Şam’a giderken Esed rejimince yakalandım. Gözlerimi kapatarak bilmediğim bir yere götürdüler. Beni 1,5 metrelik demirden yapılmış, tuvaleti içinde bir hücreye attılar. 3 ay boyunca bu hücrede kaldım. İlk 6 gün soruşturmam sürdü. Bana muhaliflerin silahları sakladığı yeri söylememi istediler. ‘Benim ilgim yok, sadece insanlara yardım ediyorum.’ desem de inanmıyorlardı. Günde yaklaşık 8 saat işkence sandalyesinde, gözlerim kapalı bir halde işkence ederek beni sorguluyorlardı. Elektrik kablosu ve su hortumuyla beni dövüyorlardı. Bana söyledikleri kötü sözleri size anlatmam mümkün değil, çok kötüydü. Yedinci gün bir kadın geldi ve bana, ‘Konuşmazsan büyük kızını getirip senin önünde neler yaparız görürsün.’ diye tehdit etti. ‘Silahların yerini söylemiyorsan bari muhaliflerin isimlerini söyle.’ dediler. Sonra bir köpek getirerek üzerime saldılar. Köpek beni dişledikten sonra kendimi kaybedip bayılmışım, sonrasını hatırlamıyorum. 3 ay boyunca tek kişilik hücrede kaldıktan sonra Adra cezaevine götürüldüm.” Cezaevinde olduğu dönemde eşinin de gözaltına alındığını ve 1 ay işkence edildiğini aktaran Abdullah, “Eşimi elbiselerini çıkarıp saatlerce işkence etmişler. Eşimin göğüs kafes kemikleri ve kolu kırılmış. Benim ondan, onun benden haberi yoktu.” diye konuştu.” (4).

“Okumak için 19 yaşında gittiği Suriye’de, Türk istihbaratı adına faaliyet yürüttüğü iddiasıyla tutuklanarak 21 yıl cezaevinde tutulan ve 2016’da serbest bırakılan Hataylı Riyad Avlar, yaşadığı acı dolu günleri ve gördüğü işkenceleri unutamıyor. Halep’te gözaltına alındıktan sonra 2 yıl hücrede tutulan Avlar, falaka, askıda elektrik, cinsel saldırı gibi işkencelere maruz kaldı. Hücredeki karanlık günlerinin ardından müebbet hapis cezasına çarptırılarak Sednaya Cezaevi’ne götürülen Avlar’a, burada da askerler tarafından işkence edildi… 2016 yılında serbest bırakıldı. Yaşadığı acılara inat hayata tutunmaya çalışan Avlar, kendi durumunda olanlara yardım edebilmek için Sednaya Derneği’ni kurdu. AA muhabirine yaptığı açıklamada Avlar, üzerinde bütün işkence yöntemlerinin denendiğini ifade etti:

“İki yıl boyunca kapkaranlık bir hücrede izole şekilde yaşadım. Diğer mahkumlara yapılan işkence seslerini de duyuyordum. Hiç kimseyle iletişime geçemiyordum. Arada çıkarıp zevk için işkence yapıyorlardı. İki yıl sonunda açlık grevine başladım. Beni neden tuttuklarına dair cevaplar almak istiyordum. Beni öldürmelerini ya da bırakmalarını istiyordum. Tabii yine işkence yaptılar. 15 gün grevimi sürdürdüm. Bunun üzerine beni siyasi bölüme taşıdılar…

2011’den sonra işkence yöntemleri değişti. Askere bakmak yasak olmuştu. Anahtar sesi duyar duymaz herkes duvara dönüp ellerini başının üstüne koymak zorundaydı. Birinin onları gördüğünden şüphelenirlerse oracıkta öldürüyorlardı. Ölüm çok ucuz bir hale gelmişti. Ölen o kadar çoktu ki günde bir iki defa gelip cesetleri taşıyacak askerî görevlilere ihtiyaç duyuldu. Yemek getirip mahkumların önüne koyuyorlardı ancak yemeleri yasaktı. Mahkûm 3-4 gün o yemeğe bakarak aç kalıyordu. Sonra asker yemeği yere veya tuvalete dökerek yemelerini istiyordu. Açlıktan ölüm artmıştı. Ayrıca doktorlar da işkence yapmaya başlamıştı. Her bölümün muayene günleri oluyordu. Hastaları teşhis edip işkenceyle öldürmeye başladılar. Askerî hastanelere götürülüp dönmeyen birçok mahkûm vardı. Bir süre sonra salgın hastalıklar başladı…” (5).

“Beşşar Esed rejiminin cezaevlerinde 9 ay boyunca işkencelere tanıklık eden ve kendini rejimin hak ihlallerini belgelemeye adayan Nur Hatib, rejim karşıtı gösterilerde yaralananlara yardım ettiği için henüz 19 yaşındayken tutuklandı. Yaşadıklarını AA muhabirine anlatan Hatib şöyle konuştu:

“Daha önce burada kalanların hikayelerini duymuştum, o yüzden işkenceden çok korkuyordum. Ölümü tercih ederdim. Karanlık, bir metrekarelik alandaydım. Günde bir defa pencereyi yemek uzatmak için açtıklarında hücreye ışık girerdi. O arada duvardaki yazıları görürdüm. Kimisi kan, kimisi tırnakla kazıyarak yazılar yazmıştı. Hücre duvarında kanla ‘Anne seni çok özledim’ yazıyordu. Kur’an ayetleri, sabır mesajları yazılmıştı ayrıca isimler yazılıydı. Sanırım birilerini görürse, ailelerine haber verir düşüncesiyle yazmışlardı… Darp edildim. Sorgu sırasında yanımda bir Şebbiha duruyordu. Görevi, suçlamaları reddettiğimde başıma vurmaktı… Bir gence koridorda işkence ederlerken, kafasını benim hücremin kapısına vururlardı, acıdan bağırırdı, vurunca susardı. Karanlık içindesin. İşkence seslerini duyuyorsun. Bir anda kapında hızla bir çarpma sesi… İşte o sahneyi unutamıyorum.” (6).

Rejim karşıtı gösterilere katıldığı iddiasıyla öğrenim gördüğü Şam Üniversitesinin kapısında tutuklanan ve 3 yıl cezaevinde tutulan 29 yaşındaki Ahmet Helmi, gördüğü işkenceleri unutamıyor. Şam Üniversitesi’nde inşaat mühendisliği okuyan Helmi, Daraya kentindeki gösterilere katıldığı gerekçesiyle üniversitedeki teftiş sırasında kimliğine el konularak gözaltına alındı. Mali kefaletle hapishaneden çıktıktan sonra Türkiye’ye sığınan Helmi, rejimin yeraltı hapishanelerinde 3 yıl boyunca maruz kaldığı işkenceleri AA muhabirine anlattı:

“Üniversitenin içinde bulunan küçük hapishanede aynı üniversitede okuduğum rejim yanlısı arkadaşlarım herhangi bir sorgulama olmadan beni darp etti. İtham edilen suçun doğruluğu ve tahkiki onlar için önemli değildi. Askerler bir yandan beni sorgularken bir yandan işkence uyguluyorlardı. İşkence yapan askerler sanki insana değil, çirkin ve cansız bir varlığa işkence yapıyorlardı. İşkenceler ilk 15 gün aralıksız devam etti. Falakaya yatırma, kanlı yaraları tuzlu suya batırma, ayakları soğuk suya batırarak vücudu hissizleştirme, elektrik verme, yüksek sesle elektrik sesi dinletme gibi işkencelere maruz kaldım. İkiye katlanan bir tahtanın ortasına mahkûmu oturtarak basınç işkencesi uyguluyorlardı. Yani mahkûm başı ayaklarına değecek şekilde ikiye katlanıyordu. Ayrıca soğuk bir zeminde günlerce bizi ayakta veya dizlerimizin üzerinde beklettiler. Zemin öyle soğuktu ki ayaklarımız soğuktan acıyordu ve o acı beynimize kadar tırmanıyordu.

Küçücük bir koğuşta 630 kişiydik. Odaya sığamadığımız için nöbetleşe olarak bir kısmımız 12 saat ayakta duruyor, bir kısmımız da oturuyordu. İki ay boyunca karanlıkta yaşadık. Birbirimizin hikâyelerini biliyor ancak tanımıyorduk, yüzümüzü göremiyorduk. Aylarca karanlığa gömüldükten sonra aylarca güçlü ışığa maruz kaldık. Böylece hayatımızdan gece, gündüz ve zaman kavramlarını çıkardılar. Aylarca havasız bir ortamda ve aynı kıyafetler içinde temizlenmeden yaşadık. Bir süre sonra kıyafetlerimizde insan kanını emen küçük böcekler türemeye başladı. İşkencelerin yanında hijyen eksikliği, hastalık ve ilaç yokluğu gibi sebeplerden ölümler arttı. Nefes almamız bile bir işkenceydi, çünkü her yer ölüm kokuyordu. Böyle bir ortamda dışarıyla bağımız olmadan aylarca yaşadık. Fiziksel işkencelerden ziyade maruz kaldığımız baskı ve psikolojik hasar daha büyüktü. Ardımızda bıraktığımız ailemizle ilgili endişelerimiz ise kalbimizi kemiriyordu…” (7).

İnsanlık haysiyetini ayaklar altında çiğneyen Esed rejimini durdurmak ve Suriye’de gizlisiyle resmîsiyle binlerce hapishanede işkence gören mazlumların serbest kalması için etkili çözüm yolları aramak vicdanı körelmemiş her bir sağlıklı yetişkin bireyin boynuna borçtur. Bu insanlık borcunun büyüğü devletleri yönetenlerin, toplumları yönlendirenlerin, kanaat önderi ve aydınların üzerine düşmektedir…

Kaynaklar:

  1. http://mazlumder.org/tr/main/faaliyetler/basin-aciklamalari/1/sessiz-kalmayalim-ki-suriyede-insanlik-olmesi/13575, 23.05.2019.
  2. Eşref Musa ve Burak Karacaoğlu; “Suriye’de 14.227 Sivil İşkenceyle Öldürüldü”, https://www.aa.com.tr/tr/suriyenin-iskence-magdurlari/suriyede-14-bin-227-sivil-iskenceyle-olduruldu/1516245, 26.06.2019.
  3. Muhammed Shekh Yusuf ve Adham Kako; “Esed Rejiminin Zindanlarında Rakamlardan İbarettik”, https://www.aa.com.tr/tr/suriyenin-iskence-magdurlari/suriyede-rejimin-iskencesine-maruz-kalan-mansur-esed-rejiminin-zindanlarinda-rakamlardan-ibarettik/1515990, 26.06.2019.
  4. Müslüm Etgü; “Esed’in İşkencecileri Elektrik Kablosu ve Hortumla Dövüyordu”, https://www.aa.com.tr/tr/suriyenin-iskence-magdurlari/esedin-iskencecileri-elektrik-kablosu-ve-hortumla-dovuyordu/1516026, 27.06.2019.
  5. Büşranur Begçecanlı; “Yemeği Tuvalete Dökerek Yemelerini İstiyordu”, https://www.aa.com.tr/tr/suriyenin-iskence-magdurlari/yemegi-tuvalete-dokerek-yemelerini-istiyordu/1517189, 27.06.2019.
  6. Selen Temizer, Burak Karacaoğlu, Eşref Musa ve Adham Kako; “Hücre Duvarlarında Kanla ‘anne seni çok özledim’ Yazıyordu”, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/hucre-duvarlarinda-kanla-anne-seni-cok-ozledim-yaziyordu/1517029, 27.06.2019.
  7. Büşranur Begçecanlı; “Nefes Almamız Bile Bir İşkenceydi”, https://www.aa.com.tr/tr/suriyenin-iskence-magdurlari/nefes-almamiz-bile-bir-iskenceydi/1518010, 28.06.2019.
Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page
MURSİ’NİN ŞEHADETİNDEN GEREKEN DERSLERİ ÇIKARMAK
İSTANBUL’DA YAŞAYAN SURİYELİ AİLELERİN PARÇALANMASINA MÂNİ OLMAK

Yorum yap

Yorum

  1. Alçak ve canice yapılan bu cinayetleri görmeyip pasif destek sayılabilecek öneriler dile getiren sözümona- mütefekkir geçinip hayatını Kur’an’a adadığı gibi ifadelerle ortalıkta dolaşanlar, hâlâ bizim insanlarımızı kandırabilmektedir.
    Barış pınarı harekatına karşı da “İslam’ın barış dini olduğu” gibi aldatıcı, süslü sözler söyleyerek tarafını belli eden “algı operatörü” kişilere karşı da çok ciddi mücadele etmek görevimizdir
    Selam ve rahmet hakikate tabi olanlara olsun