“Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.”
(Buharî, Edeb, 12)
Önümüzdeki on yıllar boyunca Ortadoğu ülkelerinin iç ve dış politikalarında önemli bir mesele olarak gündemde kalacak gibi görünen Suriyeli mülteciler meselesi, özellikle Lübnan, Ürdün, Irak ve Türkiye’de sayıları milyonlara baliğ olan ‘misafir’ kardeşlerimizle ilgili kapsamlı sosyal politikalar geliştirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Dağıldıkları ülkelerde barınma, beslenme, ısınma, sağlık, dil ve iletişim, sosyal kabul görme, çalışma gibi temel ihtiyaçları yeterli düzeyde karşılanamayan Suriyeli bu devasa ‘misafir’ kitlesine; danışmanlık, savunuculuk, yönlendirme, kaynaklarla buluşturma, güçlendirme, toplumla bütünleştirme, talep etmeleri halinde gönüllü olarak vatanlarına döndürme, üçüncü bir ülkeye yerleştirme gibi kalıcı sosyal destekleri kamu, özel sektör ve gönüllü kuruluşlar aracılığıyla etkin şekilde koordine etmek icap etmektedir.
Ülkemizde yaşayan Suriyeli misafirlerin durumunu ele almadan önce Türkiye’nin göç ve iltica politikaları ile bu alandaki mevzuata değinmek, konuyu daha iyi kavramak ve daha isabetli bir değerlendirme yapabilmek açısından yararlı olacaktır.
Türkiye’nin göç politikaları ve mevzuatı
Kanuna göre “hiç kimsenin insan onuruna yakışmayan şartlarda yaşamasına göz yumulamaz ve hiç kimse can güvenliğinin tehlikede olacağı bilinen bir yere gitmeye zorlanamaz.”
Cumhuriyetin erken dönemine egemen olan ulus devlet oluşturma çabaları çerçevesinde, göç ve sığınma politikaları öncelikle “Türk soyu ve kültürü” taşıyan göçmenlerin Türkiye’ye yerleştirilmesi üzerine kurulmuş ve bu anlayış, AK Parti iktidarına kadar devam etmiştir. Bu nakıs anlayış, Türkiye’nin iltica konusundaki ilk müstakil yasası olma özelliği taşıyan 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 4 Nisan 2013 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmesi ve Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmesiyle resmen de terkedilmiş oldu.
Kanunun dördüncü bölümünde sınır dışı etme işlemi ve şartları açıklanırken “hiç kimsenin insan onuruna yakışmayan şartlarda yaşamasına göz yumulamayacağı ve can güvenliğinin tehlikede olacağı bilinen bir yere gitmeye zorlanamayacağı” belirtilmiştir. Beşinci bölümde uluslararası koruma ve tutulma biçimleri ile kabul ve barınma merkezlerine ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Keza, Beşinci bölümde Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün kuruluşu, görev ve yetkilerinden söz edilmektedir.
Türkiye’de, göç, iltica ve mültecilik alanında şimdiye kadar hizmet veren Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi ve AFAD yerine, bu görev ve hizmetler resmen 5 Ocak 2015 tarihi itibarıyla GİGEM tarafından deruhte edilmiş bulunmaktadır.
GİGEM: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü
Kanunun hedeflediği uyum, göçmen veya mülteci ile toplumun gönüllülük temelinde birbirlerini anlamalarıyla ortaya çıkacak olan ‘âhenk’tir.
Son zamanlarda ülkemize yapılan yoğun göçler sebebiyle, güncel politikalar geliştirip uygulayan, insan hakları odaklı, nitelikli personel ve sağlam bir alt yapıyla donanmış, yetkin bir kurumsal yapılanmaya ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda 04.04.2013 Tarih ve 6458 Sayılı Kanun’un 103. maddesi GİGEM’in kuruluşunu düzenlemiştir.
Kanunda ve Genel Müdürlüğün çalışmalarında, asimilasyon ya da entegrasyonu değil, harmonizasyonu hedefleyen bir uyum öngörülmektedir. Kanunun hedeflediği uyum, göçmen veya mülteci ile toplumun gönüllülük temelinde birbirlerini anlamalarıyla ortaya çıkacak olan ‘âhenk’tir.
BMMYK Türkiye Bürosu
Türkiye’de, göç, iltica ve mültecilik alanında faaliyet yürüten bir başka resmi kurum olan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Türkiye Bürosu, 14 Aralık 1950’de BM Genel Meclisi tarafından kurulmuştur. BMMYK, mültecileri korumak amacıyla yapılan uluslararası hareketleri düzenlemek, onlara liderlik etmek ve dünya çapındaki mülteci sorunlarını çözmekle yetkilendirilmiştir. Asıl amacı, mültecilerin haklarını ve refahını savunmaktır. Ancak, bu amacı ne kadar gerçekleştirebildiği tartışmalıdır.
Yaklaşık elli yıllık bir sürede, bütün dünyada 50 milyon kadar insanın hayatlarına yeniden başlamasına yardım ettiğini açıklayan BMMYK, günümüzde sayıları 60 milyonu aşan mültecilere hizmet vermekte yetersiz kalmaktadır. Mülteci doğuran olayların tekrarlanmasını önlemekte başarısız olan BM gibi MYK de, ırk, din ve politik düşünce ayrımı yapmadan tarafsız bir şekilde mültecilere ihtiyaçları doğrultusunda koruma ve yardım sağlama görevinde zafiyet içindedir.
Gönüllü kuruluşlar
Her yaş ve cinsiyetten potansiyel mülteciler insan tacirleri açısından ulaşılması kolay hedefler olabilmekte, böylece toplumda sosyal çöküntü yaşanabilmektedir.
Türkiye’de, göç, iltica ve mültecilik alanında faaliyetler yürüten gönüllü kuruluşlar da bulunmaktadır. Göçmen ve mültecilere yönelik psikolojik sosyal danışmanlık hizmetleri veren İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı (İKGV) ve Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD), Mültecilerin ulusal ve uluslararası hukukta haklarının gözetilmesini sağlamak amacını güden Helsinki Yurttaşlar Derneği ve Mültecilerle Dayanışma Derneği (Mülteci-Der), İşkenceye maruz kalmış olan mülteciler için tıbbi ve psikiyatrik yardım sunmayı amaç edinen Türkiye İnsan Hakları Derneği ve Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı gibi gönüllü kuruluşlar doğrudan göç ve iltica alanında hizmet sunan gönüllü kuruluşlardır.
Türkiye’de mülteci haklarının ihlallerini takip etmede ve duyurmada aktif rol oynayan Mazlum-Der ve Göçmen Dayanışma Ağı, Uluslararası düzeyde mültecilere insani yardım ulaştıran İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) ve Yardımeli gibi onun üzerinde uluslararası insani yardım derneği de mültecilere yönelik barınma, beslenme, eğitim, sağlık vb. hizmetler sunmaktadır.
Türkiye’deki Suriyeli mülteci varlığı
Nisan 2011’den bu yana, Suriye’de çıkan rejim karşıtı gösterilerin kanlı bir şekilde bastırılmasının doğurduğu karmaşa ve ardından yaşanan iç savaş nedeniyle ülkeden kaçan Suriyelileri, uluslararası hukukun ve vicdanın gereğini yerine getirerek “açık kapı politikası” çerçevesinde kabul eden Türkiye, Haziran 2015 itibarıyla yaklaşık 2 milyon Suriyeli mülteciye “geçici koruma” sağlamaktadır. 10 ildeki 22 barınma merkezinde yoğun şekilde yaşayan mülteciler yanında Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış olan Suriyeli mülteciler en kalabalık olarak şu illerde yaşamaktadır:
İstanbul 350 bin, Gaziantep 260 bin, Şanlıurfa 240 bin, Hatay 210 bin, Kilis 90 bin, Mardin 80 bin, Adana 65 bin, KahramanMaraş 65 bin, Ankara 50 bin… Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin %53,3’ü 18 yaş altındaki çocuklardan oluşmaktadır. Özel koruma gerektiren çocuk ve kadınların oranı %75’in üzerindedir. 4 yılda kampların bulunduğu 10 şehirde doğan Suriyeli bebek sayısı 30 bini geçmiştir. Türkiye genelinde bu sayının 60 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Suriye’de sağlık hizmetleri tamamen çöktüğü için aşı gibi zorunlu sağlık hizmetlerinden yoksun kalan çocukların savunma sistemleri zayıf düşmüştür. Türkiye’de gerek kamplarda kalan mültecilere gerekse evlere yerleştirilen mültecilere her türlü sağlık hakkı tanınmış olup her hangi bir bedel ödemeden bu haklardan yararlandırılmaktadır.
Mayıs 2015 itibarıyla Türkiye’de yaklaşık 400 bin civarında 0-18 yaş arası okul çağında mülteci çocuk olduğu tahmin edilmektedir. Çocukların büyük çoğunluğu okula gidiyor olsa da, Suriyelilerin en büyük sorunlarından birisi hâlâ çocukların eğitimi sorunudur. Kamplarda okullar mevcut olmakla beraber, kamp dışında yaşayan çocuklar için eğitime ulaşım halen bir sorun olarak devam etmektedir. Bazı sınır illerinde ve İstanbul’da, yurtdışında yaşayan Suriyeli iş adamlarının destekleriyle açılmış okullar bulunmaktadır. Suriye müfredatının uygulandığı bu okullarda, Suriyeli çocukların bir kısmı ara verdikleri eğitime devam edebilmektedir. Ancak bu okulların sayısı ve kapasitesi yetersiz kalmaktadır. Buna rağmen, Türkiye’deki Suriyeli mülteci çocuklara dünya standartlarının üzerinde bir eğitim hizmeti sunulduğu rahatlıkla söylenebilir.
Suriye’den Türkiye’ye yönelen yüksek sayıdaki mülteci akışı birçok yeni durumun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Türkiye’ye sığınan Suriyeliler sık sık medyada haber konusu olmaktadır. Bazı sivil toplum kuruluşları ile düşünce enstitüleri Suriyeli mültecilere ilişkin raporlar yayınlamışsa da konuyu farklı boyutlarıyla ve derinlikli olarak ele alan bilimsel araştırmaların yapılması zorunlu hale gelmiştir. Bu alanda yapılacak nitelikli çalışmalar daha isabetli sosyal politikalar geliştirilmesine de zemin oluşturacaktır.
Mültecinin hâlet-i rûhiyesini anlamak
İltica sürecinde; sahip olunan hakların ihlali, sosyal konumun sarsılması, benlik saygısının zedelenmesi, gelecek kaygısı, stres, kaygı bozukluğu, psikolojik sorunlar, can güvenliği endişesi, ekonomik sıkıntılar farklı yoğunluklarda yaşanabilmektedir. Mültecilik sürecinin duygusal, sosyal ve psikolojik zorlukları yanında;
- Bedenen, zihnen ve duygusal açıdan yıpranma,
- Sınırlarda yaşanan problemlerle boğuşma,
- Yasadışı örgütler tarafından istismar edilme,
- Ailelerin parçalanması,
- Can kayıplarının yaşanması,
- Çaresizliğin eşlik ettiği karmaşık ruh hali,
- Bir meçhule yürümenin getirdiği güvenlik ve gelecek kaygıları gibi çeşitli sorunlar yaşanabilmektedir.
Yetişkinlere göre daha incinebilir bir durumda olan çocuklar, sığınma sürecinde yetişkinlerden daha çok zarar görmektedir. Gelişim süreçleri devam eden çocuklar yetişkinlerin korunmasına, gözetimine ve ilgisine muhtaçtır. Ergenlik döneminde bulunan mülteciler bazen çocuklardan daha hassas olabilmektedirler. Çünkü, toplumsal statüleri ve arkadaşlık ilişkileri sarsılmaktadır. Mülteci çocuklar ise daha çok hastalık, yetersiz beslenme gibi konularda korunmasız kalmaktadır. Mülteci kız çocukları erkek çocuklara göre daha fazla risk altında olabilmektedir.
Mültecilerin karşılaştığı büyük tehlikelere örnek olarak insan kaçakçılarının eline düşüp sadece Akdeniz’de son bir yıl içerisinde batan teknelerde hayatını yitiren insanları vermekle yetinelim.
Mültecilere yönelik sosyal politikaları iyileştirmek için öneriler
Zorlu mültecilik sürecinde aile üyeleri arasındaki ilişkiler yıpranabilmekte, aile içi dayanışma azalabilmekte, her yaş ve cinsiyetten potansiyel mülteciler insan tacirleri açısından ulaşılması kolay hedefler olabilmekte, böylece toplumda sosyal bir çöküntü yaşanabilmekte, bu sosyal çöküntü ortamında çocukların ahlaki açıdan gelişmeleri olumsuz yönde etkilenmektedir.
- Suriye’deki savaşın uzaması nedeniyle, Türkiye’nin hemen her yerine dağılmış olan Suriyeli mülteciler için özel çalışmalar yapılması gerekmektedir.
- Mülteciler aleyhinde kışkırtıcı faşizan ifadelerin kullanılmasının ve mültecilere yönelik düşmanlık üretilmesinin önüne geçecek tedbirler alınmalıdır.
- BMMYK, Suriyeli mülteciler için sadece izleme pozisyonunu değiştirmeli, daha aktif bir politika izlemelidir. Türkiye’deki tüm Suriyeli mültecilerin kaydını yapmalı, aile birleştirmesi, sağlık veya başka sebeplerle talep edenleri güvenli üçüncü bir ülkeye yerleştirme işlemlerini yapmalıdır.
- Yerel ve ulusal gönüllü kuruluşlar arasında koordinasyon sağlanmalı, ayrımcılıkla mücadele konusunda çalışmalar teşvik edilmelidir.
- Mülteci hizmetleri, sosyal hizmet anlayışıyla ve insan hakları mihverinde sunulmalıdır.
- Mülteci çocukların okula kaydı konusunda ailelere yardımcı olunmalı, kız çocukları başta olmak üzere bütün sığınmacı çocukların eğitim haklarından yararlandırılması için takip sistemi oluşturulmalı, okullarda var olan önyargıları kırabilmek amacıyla, velilerin de katılacağı özel etkinlikler düzenlenmelidir.
- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB) bünyesinde Suriyeli mültecilerin bozulan aile yapısını tamir etmeye yönelik rehabilitasyon programı geliştirilmeli ve gönüllü kuruluşların da desteğiyle uygulanmalıdır.
Yeni Türkiye’de yapılacak yeni bir anayasa, ülkemizde tüm mültecileri kapsayan ve hakkaniyet temelinde yükselen çok daha ileri hizmetlere ortam hazırlayacaktır.
Kaynaklar:
- afad.gov.tr
- goc.gov.tr
- unhcr.org.tr
- http://istanbul.mazlumder.org/webimage/suriyeli_multeciler_raporu_2013.pdf
- Altuntaş, Halil. (2015). “Ensar Gibi Kucak Açmak”, Diyanet aylık dergi, Sayı: 290, s.32-34.
- Apak, Hıdır. (2014). “Suriyeli Göçmenlerin Kente Uyumları: Mardin Örneği”, Mukaddime Dergisi, 5(2), s.55-73.
- Seydi, A. Rıza. (2014). “Türkiye’nin Suriyeli Sığınmacıların Eğitim Sorununu Çözümüne Yönelik İzlediği Politikalar”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 31, s.267-305.