İslam dünyasının son tökezleme döneminde ortaya çıkan problemleri derinden mütalaa ederek özgün fikirler ortaya koyan, yeni eserler kaleme alarak çözüm önerileri sunan önemli müslüman mütefekkirlerden biri de Mâlik Bin Nebî’dir. Cezayirli büyük düşünürün hayatını, eserlerini ve temel görüşlerini, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin “Mâlik b. Nebî” maddesini esas alarak hatırlamakta, sorunlarımıza kalıcı çözümler oluşturabilmek açısından yarar bulunmaktadır.
Meşakkatli İnsanlık Yolunu Vakarla Yürüyebilmek
Bin Nebî hayatını İslam dünyasını sömürge durumuna düşüren sebepleri ve kurtuluş çarelerini tespit etmeye adamıştır.
28 Ocak 1905’te Cezayir’in Kostantîne kentinde doğan, ilk ve orta öğrenimini bir Fransız okulunda tamamladıktan sonra tahsiline etmek için 1930 Eylülünde Fransa’ya giden Bin Nebî, Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nün giriş sınavına katılma başvurusu dinî ve siyasî sebeplerle geri çevrilince Elektrik Mühendisliği Enstitüsü’ne girdi. İhtida ederek Hatice adını alan ve Fransa’da kaldığı yıllar boyunca kendisine büyük destek sağlayan eşiyle de bu sırada tanışıp evlendi. 1935’te elektrik mühendisi oldu. Paris’te Sorbon, Fransız Koleji ve Doğu Dilleri Enstitüsü gibi akademik çevrelerden birçok araştırmacı ve fikir adamıyla tanıştı. Zamanının büyük kısmını felsefe, sosyoloji ve tarih çalışmalarına ayıran Mâlik Bin Nebî, Fransa’da öğrenim gören Arap ve müslüman gençlerin aksine kimliğini kaybetmeden Fransa şartlarında kültür, medeniyet, yenileşme, kalkınma, sömürgecilik ve bağımsızlık gibi konularda birikim sahibi olmaya çalıştı. Ayrıca Fransa’da yaşayan Kuzey Afrikalı gençlerin sömürgeci yönetimlere karşı bilinçlenmesini sağlamaya yönelik faaliyetlerde bulundu. Cezayirli işçileri eğitmek üzere kurulan Cezayir İslam Kültür Merkezi’nin müdürlüğünü yaptı.
Özellikle Cezayir’deki Fransız sömürgeciliğine karşı tavrı ve görüşleri sebebiyle Paris’te çeşitli sıkıntılarla karşılaştı. Elektrik mühendisi olmasına rağmen Fransa’da kendisine iş verilmediği gibi Cezayir’deki babası da memuriyetten uzaklaştırıldı. II. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Paris’te yaşaması daha da zorlaşınca 1939’da Cezayir’e gittiyse de aynı yılın eylülünde geçim sıkıntısı yüzünden Fransa’ya dönmek zorunda kaldı. Almanlar’ın Paris’i işgali sırasında bazı mücadeleci gençlerle birlikte Paris’te Kuzey Afrika’nın kurtuluşu için bir hareket oluşturmaya çalıştı. 1944 yılında tutuklandı ve on ay kadar hapiste kaldı. Cezayir’de vuku bulan kanlı olaylardan sonra ikinci defa hapsedildi.
1956’da Fransa’dan ayrılan Mâlik Bin Nebî hac görevini ifa ettikten sonra Kahire’ye gitti. Burada Cemal Abdünnâsır’la görüştü. Çalışmalarını sürdürebilmesi için Mısır hükümeti kendisine maaş bağladı. Kahire’de Arapça’sını ilerletti. Bir kültür merkezi haline gelen evinde gençlere İslam dünyasının meseleleri ve bunların hal çareleriyle ilgili fikirlerini aktardı. Aynı amaçla Suriye, Lübnan, Suudi Arabistan ve Kuveyt’e giderek konferanslar verdi. Kahire’deki “İslam Konferansı”nın danışmanlığını yaptı. Bir taraftan telif çalışmalarını sürdürürken öbür taraftan daha önce Fransızca yazdığı eserleri Arapça’ya çevrildi. Böylece Arap dünyası onun fikirlerini tanımaya başladı. Cezayir’in istiklâlini kazanması üzerine 1963’te ülkesine dönen Mâlik Bin Nebî Cezayir Üniversitesi rektörlüğüne, ardından yüksek öğretim danışmanlığına atandı. 1967’de görevinden ayrılarak bütün vaktini ilmî ve fikrî çalışmalara ayıran büyük mütefekkir 31 Ekim 1973’te vefat etti (Murâd, 2003:513).
Tökezlemenin Sebebini Kavrayıp Medeniyetimizi Yeniden Ayağa Kaldırabilmek
Bin Nebî, Cezayir’deki Fransız sömürgeciliğine karşı tavrı ve görüşleri sebebiyle Paris’te dışlanma ve hapis gibi çeşitli sıkıntılara maruz kalmıştır.
Mâlik Bin Nebî üniversite öğrenciliği döneminden itibaren hayatını, İslam dünyasının sömürge durumuna düşmesinin temel sebeplerini ve kurtuluş çarelerini tespit etmeye ve yazmaya adamıştır. Onun asıl konusu medeniyettir. Müslümanların meselelerini bir medeniyet meselesi olarak gören Mâlik Bin Nebî bir milletin insanlık gerçeğini, medeniyeti kuran ve yıkan etkenleri doğru kavramadıkça kendi medeniyet problemini aşmasının da mümkün olmayacağını söyler. Medeniyet, bir topluma her ferdinin ilerlemesi için gerekli olan bütün unsurları sağlayan manevi ve maddi âmillerin tamamıdır (Müşkiletu’l-Efkâr, s.50). Diğer bir ifadeyle medeniyet bir topluma, fertlerinden her birinin çocukluğundan yaşlılığına kadar varlığının her aşamasında ilerlemesi için gerekli desteği sağlayan ahlâki ve maddi şartların toplamıdır (Âfâk Cezâiriyye, s.38). Böylece medeniyet, onu inşa etmek isteyen milletin her gün ortaya koyduğu gayretlerin neticesini oluşturur. Mâlik Bin Nebî, medeniyetler arasında demir perdeler bulunmadığını belirterek İslam ve Arap dünyasının kendi kimliğini korumak şartıyla Batı medeniyetine açılmasının ve ondan bazı şeyler almasının zaruri olduğunu ifade eder (Vichetu’l-Âlemi’l-İslâmî, s.57-58). Kültür kavramını medeniyetten farklı gören Mâlik Bin Nebî, kültürün bilgiden ziyade davranışla ilgili olduğunu ve ahlâk ilkesi, estetik zevk, pratik mantık, üretim (teknik yönelim) olmak üzere dört unsuru içerdiğini belirtir. Ona göre kültürle toplum arasında güçlü bir bağ vardır; o kadar ki kültürünü kaybeden millet tarihini de kaybeder (Muşkiletu’s-Sekâfe, s.76).
Yönetim Tarzını Belirleyenin Toplumsal Yapı Olduğunu Görebilmek
Bin Nebî medeniyeti, bir topluma her ferdinin ilerlemesi için gerekli olan bütün unsurları sağlayan manevi ve maddi âmillerin tamamı olarak tanımlar.
Siyasetin tarzını toplumun zihniyet ve yaşayışının bir ürünü olarak gören Mâlik Bin Nebî, toplumsal ortamın temiz ve özgür olması halinde yönetimin bu ortama yabancı unsurları topluma dayatamayacağını, ancak ortam sömürge olmaya elverişli ise yönetimin sömürgeci olmasının da kaçınılmaz olduğunu, dolayısıyla sömürgeciliği yerleştirenin siyasetçiler değil fertlerin bizzat kendileri olduğunu savunur (Şurûtu’n-Nahda, s.60). İslam dünyasındaki dikta yönetimlerini tarihten gelen bozuk mirasın bir sonucu olarak gören ve kişileri kutsallaştırmanın İslam ülkelerinde hâlâ devam ettiğini belirten Mâlik Bin Nebî, Cemâleddîn-i Efgânî’nin önerdiği şekilde gelenekte bir ayıklamaya gitmenin ve mevcut düzeni geleneğin yükünden kurtarmanın gerekli olduğunu söyler (Şurûtu’n-Nahda, s.57). Ayrıca dini de bütün ıslah ve uyanış faaliyetlerinin temeli olarak görür. Ona göre günümüz Müslümanları Kur’an’ı anlamada hem fıtrî hem ilmî zevki kaybettikleri için ondan gerektiği şekilde yararlanmaları mümkün değildir (Murâd, 2003:514).
Mâlik Bin Nebî, İntâcu’l-Müsteşrikîn ve Eseruhû fi’l-Fikri’l-İslâmî el-Hadîs adlı eserinde (s. 8-11 ve 186), İslam’a ve müslümanlara haksız eleştiriler yönelten kötü niyetli şarkiyatçılar yanında ilmî hakikatlere saygısı olan, İslam’ın ve Müslümanların bilime ve insanlığa katkısını ortaya koyan Joseph-Toussaint Reinaud, Reinhart P.A. Dozy, J.J. Sedillot, Miguel A. Palacios gibi müsteşriklerin de bulunduğunu belirterek Müslümanların Batı medeniyeti karşısındaki kompleksini yenme çabalarında bunların da müspet payı olduğunu ifade etmektedir (Murâd, 2003:514).
Mütefekkirlerin İzini Sürerek Fikrî Uyanışımızı Gerçekleştirebilmek
Bin Nebî’nin “Kur’an Fenomeni” isimli eseri, Kur’an’ı doğru anlamanın yöntemini ve bunun Müslümanlar için taşıdığı büyük önemi ortaya koymaktadır.
Çağdaş müslüman düşüncesi içerisinde önemli bir yere sahip olan Mâlik Bin Nebî, Afgani ve Abduh çizgisine mensup bir düşünür olarak kabul edilebilir. Zira düşünür İslam dünyasındaki ‘uyanış’ olgusunu Cemalettin Afgani ile başlatmakta ve birçok yazısında Abduh, Afgani ve Reşid Rıza üçlüsünü hayırla yad etmektedir. Bu ekolün yaklaşımında ‘öze dönüş’ kavramı belirleyici bir konumdadır. Afgani ve Abduh’tan bu yana (Yusuf Akçura’dan Said Halim Paşa’ya, Mehmet Âkif’ten Muhammed İkbal’e varıncaya kadar) ‘uyanış’a taraftar olan tüm düşünürler ‘öz’e İslam’ın temel değerlerine dönmenin ehemmiyetine vurgu yapmaktadır. Bu düşünce akımının bir diğer vurgusunu da, İslam dünyasının Batı karşısında uğradığı yenilginin temel nedeninin İslam’dan uzaklaşmak olduğu yargısı oluşturmaktadır (Atalar, 2012:76).
Bin Nebî, sömürgecilere karşı verilecek mücadelenin ‘maddi’ alandan ziyade ‘fikir’ ve ‘ruh’ alanında olması gerektiğini düşünmektedir ve bu bağlamda ‘eğitim’in son derece önemli olduğuna inanmaktadır. Esasında Abduh’a ait bu öneride çözüm zamana yayılmıştır. Bin Nebi, günlük pratik çözümler yerine ‘fikrî uyanış’ı düşüncesinin merkezine oturtmuş ve bunun gerçekleşmesi yönünde uğraş vermiştir. Özetle, Bin Nebî düşüncesinde ‘fikir’ merkezdedir ve değişimi gerçekleştirecek olan da bu ‘fikrî uyanış’tır.
Düşüncesinde ‘eşya’yı değil ‘insan’ı merkeze alan Bin Nebî, medeniyeti ‘düşünce bakımından değişmiş insan’ın kurabileceğini söylemektedir. Ona göre, fikrî değişimi gerçekleştirememiş bir kişi, canlı bir sosyolojik varlığın dinamik bir üyesi olamaz. Zira, topluma ‘ruh’ veren, ona dinamizm katan şey, esas itibarıyla, kişinin yaşamış olduğu fikrî dönüşümdür. Bu değişimi yaşamamış birey ya da toplumlar, asla ‘medeni’ olamazlar. Nitekim, ilk Müslüman toplum olan Ashâb, maddi medeniyet kriterlerine vurulduğunda ‘gelişmemiş’ bir toplum olarak nitelenebilecek özelliklerine rağmen, fikren dönüşüm geçirdikleri için dinamik bir bünyeye sahip olmuş ve çok kısa sürede maddi başarıyı da yakalamışlardı. Dolayısıyla, Bin Nebî’ye göre, sömürgecilere karşı maddi başarılar kazanılmasına rağmen ‘sömürü olgusu’nun hâlâ devam ediyor olmasının ardında aynı neden yatmaktadır. Müslümanların ‘sömürülebilirlik’ vasfı devam ettiği için, sömürü de çeşitli yol ve yöntemlerle varlığını sürdürebilmektedir. Bu sorunun asli çözümü, ‘sömürüye yatkınlığın’ ortadan kaldırılmasıdır. Bu ise, tıpkı Ashâb- Kirâm örneğinde olduğu gibi, yeni bir ‘ruh’un inşası, yani yeni bir ‘düşünsel dönüşüm’ ile mümkündür (Atalar, 2012:76).
İsabetli Teşhis İçin Mâlik Bin Nebî’nin Eserlerinden Yararlanabilmek
Mâlik Bin Nebî, Fransız sömürgesinin dayattığı ‘Batılılaşma’ olgusunun etkisiyle hayatının ilk dönemlerinde eserlerini Fransızca kaleme almış, ancak Kahire’de Arapça’sını ilerlettikten sonra çalışmalarını Arap diliyle yazmıştır. Sayısı otuzu bulan kitaplarından Türkçe’ye çevrilmiş olanlar -Türkiye’deki basım tarihi sırasına göre- şunlardır:
- İslâm Davası (İslam Dünyasına Bakış). Çev. Ergun Göze, İstanbul 1967, 197 s. Keza, Muharrem Tan tarafından yeniden Türkçe’ye çevrilen eser 1992 yılında İstanbul’da Yöneliş Yayınları tarafından 200 s. halinde yayımlanmıştır.
- İslâm ve Demokrasi. Çev. Ergun Göze, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1968, 64 s. Bu çeviri 1992 yılında Boğaziçi Yayınları tarafından 45 s. halinde yeniden yayımlanmıştır.
- Kur’ân-ı Kerîm Mucizesi. Çev. Ergun Göze, İstanbul 1969, Ankara 1991, 220 s. (Le Phénomène Coranique adıyla 1946 yılında Paris’te basılan bu eser, Kur’an’ı doğru anlamanın yöntemini ve bunun Müslümanlar için taşıdığı büyük önemi ortaya koymaktadır. Eserin Abdüssabûr Şâhin tarafından ez-Zâhiratu’l-Kurâniyye adıyla Arapça’ya tercüme edilen nüshasının ilk basımı 1986 yılında Şam’da gerçekleştirilmiştir. Düşünürün bu çok kıymetli eseri Yusuf Kaplan tarafından Kur’an Fenomeni adıyla Türkçe’ye yeniden çevrilerek 2008 yılında İstanbul’da Külliyat Yayınları tarafından 336 s. halinde yayımlanmıştır).
- Cezayir’de İslam’a Yeniden Doğuş. Çev. Ergun Göze, Yağmur Yayınları, İstanbul 1973. Bu eser 1992 yılında Boğaziçi Yayınları’nca yeniden yayımlanmıştır.
- İdeolojik Savaş Ajanları ve İslam Dünyası. Çev. Cemal Karaağaçlı, Fikir Yayınları, İstanbul 1975, 93 s. (Eserin Cemal Aydın tarafından yapılan ikinci çevirisi 95 s. halinde 1997 yılında İstanbul’da Timaş Yayınları’ndan çıkmıştır).
- Ekonomi Dünyasında Müslüman. Çev. Mehmet Keskin, İstanbul 1976.
- Sömürge Ülkelerde Fikir Savaşı. Çev. İlhan Kutluer, İstanbul 1984.
- Çağa Tanıklığım. Çev. İbrahim Aydın, İstanbul 1987. (Fransızcası 1965, Arapçası 1984 yılında yayımlanan eserin Türkçe’ye ikinci çevirisi “Asrın Şahidinin Hatıraları” adıyla Ergun Göze tarafından yapılmış ve 1991 yılında İstanbul’da yayımlanmıştır).
- İslam ve Demokrasi. Çev. Ergun Göze, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1992, 45 s.
- İslam Dünyasında Fikir ve Put. Çev. Cemal Aydın, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1992, 167 s.
- Oryantalistlerin Eserleri ve Çağımız İslam Dünyasına Etkisi. Çev. Cemal Aydın, İstanbul 1997.
- Savaş Esintisi; Sömürünün Gerçeği. Çev. Salih Özer, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1997, 176 s.
- Kültür Sorunu ve Bir Toplumun Doğuşu. Çev. Salih Özer, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2000, 175 s.
- Yüzyılın Tanıklığı. Çev. Muharrem Tan, Lale Kitabevi, İstanbul 2005, 393 s. (Eserin İbrahim Aydın tarafından Türkçe’ye yapılan ilk çevirisi Çağa Tanıklığım adıyla İstanbul’da Bir Yayınları tarafından 1987 yılında 432 sayfa halinde yayımlanmıştı. Keza, Ergün Göze tarafından Asrın Şahidinin Hatıraları adıyla yapılan çevirisi Boğaziçi Yayınları tarafından 1991 yılında İstanbul’da 183 s. halinde yayımlanmıştı).
- Düşünceler. Çev. Muharrem Tan, Mana Yayınları, İstanbul 2008, 268 s.
Kaynakça
- Murâd, Saîd. (2003). “MÂLİK b. NEBΔ maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2003, 27/513-514.
- Atalar, M. Kürşad. (2012). “Malik Bin Nebi: Çağa Tanıklık Eden Bir ‘Fikir Mücahidi’”. Umran dergisi, İstanbul Ekim 2012, Sayı: 218, s.75-81.
Paylaşımınız için teşekkürler. Açıkçası bir önceki yazinizdaki şahsiyeti ‘Cevdet Said’ ve bu yazinizdaki merhum ‘Malik b. Nebi’ ile sizin yaziniz vasıtasıyla tanıştım.
Benim gibi yeni yeni bu camia ile tanisanlar acisindan yazilarinizin ‘köprü’ vazifesi yaptığını düşünüyor, calismalarinizda başarılar diliyorum.
Lütfen bana bu tip yazıları göndermeyin.e.mail adresimi iptal edin.
merhaba, gelen e-postanın altında listeden çıkın bağlantısı var. orayı tıklayın. çıkabilirsiniz.
“Bin Nebî, sömürgecilere karşı verilecek mücadelenin ‘maddi’ alandan ziyade ‘fikir’ ve ‘ruh’ alanında olması gerektiğini düşünmektedir ve bu bağlamda ‘eğitim’in son derece önemli olduğuna inanmaktadır.”…
Doğru bir tespit olduğunu söylemekle birlikte, şunu da eklemek gerekiyor ki; ‘fikir’ ve ‘ruh’ alanında geri kalmışlık sadece hasım karşısında rezil olmaya ve böylece de bu alanlarda yapılan saldırılara karşı acziyete düşmeye sebebiyet vermiyor. Bununla birlikte, bu geri kalmışlık, hısım karşısında tamiri imkansız bir imaj ve güven kaybına sebebiyet veriyor ki belki de en mühimi budur.
Malik bin Nebi’yi Çağa Tanıklığım adlı kitabıyla tanıyorum. Kitap derin analizler içeriyor. Islam dünyasındaki sıkıntıları gündeme getirirken temelden bir ıslahın gerekliliğine vurgu yapıyor. Yani siyasi bakış açısının yıllardır insanların gözüne sokarcasına dayattığı tavandan tabana bir düzelmenin yerine, tabandan tavana doğru bir düzelmenin gerekliliğini vurguluyor. Bence bu çok önemli ve de vahyin desteklediği bakış açısı.
Sizin yazınızdaki şu satırlar da bu bakış açısının başka bir şekilde ifadesi; „İslam dünyasındaki dikta yönetimlerini tarihten gelen bozuk mirasın bir sonucu olarak gören ve kişileri kutsallaştırmanın İslam ülkelerinde hâlâ devam ettiğini belirten Mâlik Bin Nebî“
Malik bin Nebi eğitimin önemini vurgulayadursun, bizim bütün yöneticilerimiz alternatif bir eğitim geliştirme konusunda kıllarını bile kıpırdatmıyorlar. Harıl harıl kapitalist piyasaya insan yetiştirme yarışındayız.
Doğrusu Malik bin Nebi’nin bu kadar kitabının türkçeye çevrilmiş olduğundan haberdar değildim. Bu da benim bir ayıbım.
Bu yazınızla Malik bin Nebi’ye dikkat çekerek gündeme taşımanızdan dolayı teşekkür ederim.
“Müslümanların meselelerini bir medeniyet meselesi olarak gören Mâlik Bin Nebî bir milletin insanlık gerçeğini, medeniyeti kuran ve yıkan etkenleri doğru kavramadıkça kendi medeniyet problemini aşmasının da mümkün olmayacağını söyler.”
Malik Bin Nebi, sistematik bir teoloji eğitimi almamış ve teknik eğitimden geçmiş birisi olarak benim gibi avantaj ve dez avantajı sırtında birlikte taşıyor. Keşke hafız olsaydım, keşke ciddi bir Kur’an tilaveti dersi alsaydım ve keşke yeterli düzeyde Arapça öğrenebilseydim… Ah bu keşkeler! Öte yandan, mevcut teoloji eğitimi veren kurumlardan uzakta kalmak ve kendi kendine bir şeyler öğrenmek de çok değerli bir şeydir. İbn Hazm’ı çağdaşları “Sen kimseden ders almamışsın”diye eleştirirlermiş. Ama o onlara hiç aldırmamış ve muvahhitlik yolunda öncülük etmiş. Bunların hepsini medeniyet bağlamında anlatıyorum. “Kendi medeniyet problemini aşmak”meselesini Müslüman bir elektrik mühendisi ve entelektüeli olarak Bin Nebi kendi şahsında gerçekleştirmiş. Ama bunun toplumsal anlamda bir karşılık bulup bulmadığı tartışılır. Malik Bin Nebi, Fransa’da Cezayir ve bütün Müslüman dünya için çabalamış. Medeniyeti kuran ve yıkan etkenleri ortaya çıkarmaya çalışmış. İnsani ve İslâmi bilinçlenmemizde katkısı olduğunu düşünüyorum. Hepsini değil üç tane kitabını okudum; “İdeolojik Savaş Ajanları ve İslam
Dünyası(Üniversite talebeliğimde-1977)”, “Çağdaş Temel Konular/Medeniyet, Kültür, İdeoloji, Demokrasi, Oryantalizm(1985), “Çağa Tanıklığım(1987)”,
Değerli Fethi Hocam, ne desem? Çok güzel bir İŞ yapıyorsun, çok teşekkür ediyorum.
Sa.üstad bizlere güzel insanlardan insanlık için erdemli yapıcı inşai bilgiler sunuyorsunuz.Müstefid oluyor istifade ettiriyoruz.Rabbim razı olsun kalemine kelamına kalbine sağlık.