“Ramazan ayı, içerisinde insanlara ilahi mesajları açıkça ortaya koyan, tevhit ile şirki ayırt eden Kur’an’ın elçimiz Muhammed’e vahyedilmeye başlandığı önemli bir aydır. Bu ay girdiğinde hepiniz oruç tutunuz…” (Bakara, 2/185).
İhya olmak; canlanmak, çok daha iyi duruma gelmek demektir. Rabbimizle, Kur’an’la, kendimizle, ailemizle ve insanlarla ilişkilerimizi gözden geçirmek, kendimizi derleyip toparlamak, bedenimizi ve ruhumuzu tazelemek için ramazan ayı eşsiz bir nimet olarak varlığımızı kuşatacak. Ramazanda oruçla bedenimizi, Kur’an’la ruhumuzu terbiye edebilirsek, on bir ayın sultanını ona yakışır şekilde ihya etmiş, bu mübarek ayda oruç ve Kur’an ile ihya olma imkânı elde etmiş oluruz.
Sözlük anlamına da uygun olarak ‘kuru sıcak’ günlerde ihya edeceğimiz ‘ramazan’ ayı, ay takviminin dokuzuncu, üç ayların sonuncu ayıdır. Bu ayı diğer onbir aydan farklı ve üstün kılan özellik, vahyin inmeye başladığı ‘kadir gecesi’nin bu ayın içinde olmasıdır. Dolayısıyla, bu aya “Kur’an ayı” denmesi son derece isabetli bir tanımlama olmuştur.
İnsanlık, son vahyin inmeye başladığı bir ramazan gecesinde, kıyamete kadar sürecek bir ihya projesine muhatap olmuştur. Dolayısıyla, bu mübarek ayda vahiyle daha yakın bir temas kurabilirsek, Kur’an’ı anlayarak daha çok okuyup okuduklarımızla tasavvurlarımızı gözden geçirirsek ve hayatımıza çekidüzen verirsek, muktezayı hâle mutabık bir davranış ortaya koymuş oluruz.
Oruç: kendini tutmak
İmam Cafer, ‘Kur’an’ı hakkıyla okumaktan gaye, onu tefekkür edip, ahkâmıyla amel ederek, müjdelerini umarak ve yasaklarından sakınarak okumaktır’ der.
Kur’an’ın doğum ayı olan ramazanı oruç ile ihya etme emrinin hikmeti nedir? Bu mühim sorunun cevabını Mustafa İslâmoğlu hocamdan dinleyelim:
“Farsça ‘gün’ anlamına gelen rûze’nin Türkçeleşmişi olan ‘oruç’un Kur’an lisanındaki karşılığı savm’dır. Savm, hem ‘tutmak’ hem de ‘terk etmek’ anlamını ihtiva eder. Kelimenin kök manası ‘yeme ve içmeden kesilmek, ağzı kapalı olmak, içine ilave bir şey almamak’tır. Lisanımızda namazı “kılarız”, abdesti “alırız”, zekâtı “veririz”, kelime-i şehadeti “getiririz”, hacca “gideriz”, orucu ise “tutarız”.
Oruç tutmak, başta orucun tarafını tutmaktır. Yani, “Ben oruçtan yanayım, ben orucun tarafındayım!” demektir. Oruç tutmak kendini tutmaktır. Başımıza ne geliyorsa kendimizi tutamadığımız için geliyor. Günahların kökeni, öfkesini tutamamak, nefsini tutamamak, şehvetini tutamamak, dilini tutamamak gibi sebeplere dayanır. Kişi orucu ne kadar tutarsa, oruç da kişiyi o kadar tutar. Kim orucun başını dik tutarsa, oruç da onun başını dik tutar. Oruç onu kula kul olmaktan koruyan bir kalkan, onu kulu kul edinmekten koruyan bir akıl olur. Bu anlamıyla oruç ‘aç kalmak’ değil ‘beslenmek’tir. Aç bırakılan bedendir. Bunun anlamı, insanın maddi yanının ‘ikincil’ olduğunu vurgulamaktır. Birincil olan yanı akleden, düşünen, hatırlayan, öğüt alan, inanan, değer üreten, iyiyi kötüden ayıran yanıdır…
Kur’an ayı ramazan
Reşid Rıza, anlayarak Kur’an okumanın her mükellefe farz olduğunu savunur ve Müslümanların hazin durumunu Kur’an’ı anlamamaya ve taklitle yetinmeye bağlar.
Kutsiyet ve bereketin sebebi zaman değil vahiydir. Vahyin sebebi hidayet, yani “rehberlik”tir. Hidayetin sebebi ise tüm vahiylerin vasfı olan beyyinât ve furkân’dır. Beyyinât, “savunulan hakikati isbatlamak için yeterli olan apaçık belgeler” anlamına gelir. Furkân ise “iyiyi kötüden, hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, adaleti zulümden ayırmaya yarayan nitelik veya yetenektir.” Ramazan orucunu emreden Bakara Sûresi’nin 285. âyetinde Kur’an işte bu iki vasfıyla takdim edilir. Vahiy muhatabına rehberlik etme (hidayet) amacını ancak âyette vurgulanan iki vasfı sayesinde gerçekleştirir. Bunların birincisi olan beyyinât; Kur’an’ın kendisinde olup karşısındakine sunduğu; ikincisi olan furkân ise muhatabında inşa ettiği bir niteliktir. Sadece Kur’an’ın inşa ettiği bir tasavvur ve akıl furkân olma vasfını kazanır. Böyle bir tasavvur ve akılla bakan bir göz ancak beyyinât‘ın delalet ettiği hakikatleri yerli yerinde görür ve kavrar.
Kur’an’ın doğum ayı olan Ramazan’ın bedenin aç bırakılarak ihya edilmesinin nedeni burada ortaya çıkmaktadır. Bu neden, mü’minin akli ve ruhi melekelerini tahrik ve teşvik ederek onun anlama ve düşünme yeteneğini artırmaktır. Bunun Kur’an’la alakası açıktır: Bu suretle vahyin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmak. Zaten vahyi “okumak” da budur. Zira okumaktan maksat anlamaktır. Bir şey anlaşılmıyorsa, aynı zamanda okunmuyor demektir. İkra’ emr-i ilahisi, “oku” emrinden ayrı olarak bir de “anla” emrine muhtaç değildir. Okuyup anlamayı birlikte içerir. Tabii ki anlamaktan maksat yaşamaktır. Ne var ki, bir mesaj anlaşılmadan yaşanamaz.
İşbu nedenle ramazan Kur’an ayıdır. Ramazan bize Kur’an’ı getirdiği için ‘ramazan’dır. Ramazanlarımız Kur’an’ı okuduğumuz, anladığımız, yaşadığımız ve yaşattığımız kadar mübarektir… Ömrü Ramazan olanın âhireti bayram olur. O bayram cennetin ta kendisidir. Ramazan mü’minde şu sözü söyleme şuurunu inşa eder: Küfre, şirke ve zulme karşı orucumu bozarsam, keffaretim cehennem olsun!” (M.İslâmoğlu, “Kur’an ve Ramazan”, Kur’ani Hayat dergisi, Eylül 2008, sayı: 2, s.3-5).
Oruç ve ramazan âyetleri
Kur’an-ı Kerim’de oruç ve ramazanla ilgili beyanların toplu halde yer aldığı Bakara Sûresi’nin ilgili âyetlerini, Hasan Elik hocanın “Özlü Kur’an Tefsiri”nden okuyalım:
“183-184: Ey elçimiz Muhammed’e iman edenler! Oruç ibadeti sizden önceki dönemlerde vahyedilen kitaplarda farz kılınmış olduğu gibi, ramazan ayında size de farz kılınmıştır. Bu ay içerisinde hasta veya yolcu olan ve bu durumu sebebiyle oruç tutamayanlar, bu özür hali bittikten ve ramazan geçtikten sonra, tutamadığı günler kadar oruç tutsun. Ayrıca ramazan ayında, hasta veya yolcu olduğu için oruç tutamayanlar içerisinde varlıklı olanlar, özürleri bittikten ve ramazan ayı geçtikten sonra, hem tutamadıkları orucu tutmalı hem de fidye vermelidirler. Bu fidyenin miktarı, bir yoksulu doyuracak erzaktır. Kim gönülden gelerek daha fazlasını verirse, bu onun için daha hayırlı olur. Elbette ki hastalık ve yolculuk şartlarına rağmen ramazan orucunu tutmanız sizler için en iyi olanıdır.
185: Ramazan ayı, içerisinde insanlara ilahi mesajları açıkça ortaya koyan, tevhidle şirki ayırt eden Kur’an’ın elçimiz Muhammed’e vahyedilmeye başlandığı önemli bir aydır. Bu ay girdiğinde hepiniz oruç tutunuz. Yolcu veya hasta olanlar, tutamadıkları oruçları başka bir zamanda tutabilirler. Böylece oruç tutamadığınız günleri daha sonradan tamamlamış, sizleri bu tevhide yönlendiren Allah’a şükretmiş, O’na olan kulluk görevinizin bir kısmını ifa etmiş olursunuz. Allah sizin için zorluk değil, kolaylık murat eder.
186: Ey elçimiz Muhammed! Allah nezdinde bazı varlıkları aracı kabul eden ve kendilerini Allah’a yakınlaştıracakları ümidi ile onlara dua eden müşriklere de ki: Allah’a ulaşmak için o varlıkların aracılığına ihtiyacınız yoktur. Zira Allah sizlere çok yakındır. Eğer benim peygamberliğime ve tevhide iman ederseniz, sizlere hak ettiğiniz mükâfatı verecektir. Bu nasihati dikkate alıp şirkten vaz geçerseniz, doğru yola ermiş olursunuz.
187: Ey müminler! Oruçlu olduğunuz günlerin gecelerinde eşlerinizle ilişkiye girebilirsiniz. Sizler eşlerinizle et ve tırnak gibisiniz. Birbirinizin en özel hallerini bilir, sırlarını muhafaza edersiniz. Allah, oruçlu olduğunuz ramazan ayında geceleri dahi eşlerinizden uzak durmanın sizin için oldukça zor ve sıkıntılı olduğunu bildiği için size bu ruhsatı vermiştir. Buna göre gece boyunca, yani tan yerinin aydınlığı gece karanlığından iyice ayrılıncaya kadar yiyip içebilir ve eşlerinizle yakınlaşabilirsiniz. Tan yeri ağardıktan sonra artık bu fiilleri kesmeli ve akşam vaktine kadar oruçlu kalmalısınız. Diğer taraftan, mescitlerde itikafa girdiğiniz dönemlerde eşlerinizle ilişkiye girmeyiniz. Bunlar Allah’ın bu hususla ilgili olarak sizlere bildirdiği hükümlerdir. Sakın bunları çiğnemeyiniz. Allah sizlere işte bu şekilde hükümlerini açıklamaktadır ki, O’nun rızasına uygun ameller yapabilesiniz.” (Elik ve Coşkun, Tevhit Mesajı, 2013:64-66).
Müslümanlar Kur’an’ı anlamış değil!
İmam Gazali, Kur’an’ı anlamadan ve ondan yararlanmaksızın okuyanları aldanmışlar arasında sayar.
Elbette vahyi anlama çabasını bir aya hasretmek doğru bir yaklaşım değildir. Ancak, mübarek ramazan günlerinde, her zamankinden çok daha uzun ve çok daha derinlikli bir şekilde Kur’an’ı yeniden anlama çabası içine girmeliyiz. Zira, Üstad Cevdet Said’in ifadesiyle, Kur’an’ın verdiği mesajlar ve gösterdiği hedefler ile günümüz Müslümanlarının tutum ve davranışları arasında dağlar kadar mesafe bulunmaktadır! Üstada göre, uzunca bir süredir yaşadığımız perişan vaziyet, Müslümanların Kur’an’ı hakkıyla anlamadığının en bariz göstergesidir:
“Maalesef, milyonlarca müslüman için Kur’an hâlâ inmemiş hükmündedir! Her gün en az kırk kez okuduğumuz Fâtiha’yı, hattâ, sadece “Rabbü’l-âlemîn” âyetini tam kavrayabilsek, bütün meseleyi çözeceğiz. Ama, maalesef daha Fâtiha Sûresi bile yeterince anlaşılamamış! Rabb, Allah’tır. Âlemîn: kâinat, insanlar ve âhirettir. Bütün Kur’an’ı okuduğumuzda, tüm âyetlerin bu dört temel konu etrafında odaklandığını görürüz. Ayağımızı sağlam basarsak, yani, Kur’an’ı doğru anlayıp hakiki bir anlayış ve yaklaşım geliştirebilirsek, sorunlarımız bir bir çözülecek. Hak gelince batıl kendiliğinden yok olacak.
Mesela, Furkan Sûresi’nin son kısmında Rahman’ın kulları anlatılır. Bu sûrede “We câhidhum bihi cihaden kebîra: Onlarla Kur’an yoluyla en büyük cihadını gerçekleştir” buyurulur ve ‘büyük cihad’ın silahla değil, Kur’an’ın yüce mânâ ve hakikatlerini insanlara anlatmak yoluyla yapılması gerektiği anlatılır. Oysa insanlar bu âyeti bu şekilde anlamamış, silah yoluyla cihadın doğru bir yöntem olduğunu zannetmiştir. Oysa cihad, asla ‘insanları öldürmek’ değildir! Bilakis cihad, Kur’an’ın anlaşılması ve mesajının yayılması için mücadele etmektir.
İnsanlara ‘lâilahe illallah’ı bile dayatmak caiz değildir. Bunu yeterince anlamazsak, yanlış düşünceler üzerine bina edeceğimiz inanış ve davranışlar da yanlış olacaktır. DAİŞ vb. hareketler yanlış bir düşünce üzerine davranışlarını bina ettiği için, doğru bir iş yaptıklarını zannederek yanlış işler yapıyorlar. Oynanan oyunun hakikatini görüp şiddetten uzak durmamız gerekir. Yoksa düşmanlarımız, Müslümanları silah ve savaş girdabına sokarak bazı örgütler üzerinden İslam’a büyük bir darbe vuracaklar…” (F.Güngör ve İ.Hasanoğlu, “Allâme Cevdet Said ile Kur’an’ın Sorun Çözme Yöntemi Üzerine”, Öze Dönüş dergisi, Kış 2015, sayı: 1, s.34-42).
Kur’an’ı anlayarak okumak ibadettir
Kur’an ayı ramazana hazırlık çabalarına mütevazı bir katkı olması niyazıyla kaleme aldığımız bu yazımızı, merhum Abdulcelil Candan hocanın konumuzla doğrudan alakalı bir makalesinden kısa bir iktibasla bitirelim:
“Kur’an’ı okumaktan gaye, onu düşünerek ve anlayarak okumaktır (Sâd, 38/28). Said b. Cübeyr Kur’an’ı anlamadan okuyanı kör insana benzetir. Bakara Sûresi’nin 121. âyetinde geçen “hakkıyla okumak”tan gaye; lisan, akıl ve kalp üçlüsünün uyumlu birliktelikle gerçekleştirdiği bir okumadır. Lisan güzel telaffuz eder, akıl anlamını bihakkın kavramaya çalışır, kalp ise bu mânâların hizmet ettiği maksatları idrak etmek için tefekkür eder. İmam Cafer es-Sadık da âyetin tefsiri bağlamında şu tespiti yapar: Kur’an’ı hakkıyla okumaktan gaye, onu tefekkür edip, ahkâmıyla amel ederek, müjdelerini umarak ve yasaklarından sakınarak okumaktır. Yoksa, tefekkürsüz bir ezberleme ve harfler üzerinde zaman geçirme değildir.
Kur’an, kendisini anlamadan okuyanları sağır ve körlere benzetmiştir (Furkan, 25/73). Zerkeşi, “Kur’an okudukları halde Kur’an onları gırtlaklarını geçmez,” hadisinin, Kur’an’ı tecvidle okudukları halde manasını anlamayanlar hakkında olduğunu söyler. Reşid Rıza, anlayarak Kur’an okumanın her mükellefe farz olduğunu savunur ve Müslümanların içinde bulundukları hazin durumu Kur’an’ı anlamamaya ve taklitle yetinmeye bağlar. İmam Gazali, Kur’an’ı anlamadan ve ondan yararlanmaksızın okuyanları aldanmışlar arasında sayar. Kısacası, Kur’an’ı anlamadan okumak insana cüzi oranda sevap getirse bile, Kur’an’ın gönderiliş gayesini ve okuma emrinin maksadını gerçekleştirmez…” (A.Candan, “Ramazanda Kur’an Okumak”, Kur’ani Hayat dergisi, Eylül 2008, sayı: 2, s.26-30).