Batı felsefesi, alet kullanan, düşünen, söz verebilen, isyan eden, hisseden, ticaret yapabilen, sosyal hayvan gibi tek açılı ve yetersiz tanımlarla insanı basite indirgemiştir.
Tarih boyunca doğusundan batısına kadar dünyanın hemen her tarafında insanın mahiyetini kavramak için gayret sarf eden, bir meçhulü kendince tarif etmeyi deneyen çok düşünür gelip geçmiştir. Bunların büyük bir kısmı mahlukatın en kompleks üyesini tanımanın zorlu uzun yolunu sürmek yerine sadece bir hususiyetinden yola çıkarak onu tanımlayıvermeyi tercih etmiştir. Oysa, en değerli, en şerefli ve en üstün olduğuna dair elimizde kesin delil olmasa bile çok değerli, çok şerefli ve çok üstün bir varlık olduğunu, yeryüzünün yönetiminin uhdesine tevdi edildiğini Kur’an ayetlerinden öğrendiğimiz insanı anlamak, onun mahiyetini bihakkın kavramak, onu tanımlamak hakikaten hiç de kolay bir olay değildir.
Yaklaşık iki asırdan beri doğa bilimleri ve teknoloji yanında sosyal bilimlere de damgasını vurmuş olan Batı felsefesi ve bilimsel üretimi; alet kullanan hayvan, düşünen hayvan, söz verebilen hayvan, isyan eden hayvan, hisseden hayvan, ticaret yapabilen hayvan, sosyal hayvan gibi tek açılı ve yetersiz tanımlarla insanı basite indirgemiştir. Doğu felsefesinde aynı indirgemeyi yapan düşünceler yanında insanda insanüstü vasıflar vehmeden yüceltmeci düşünce ve inanç hareketlerine de rastlanmaktadır.
Doğa ve tıp bilimleri kadar olmasa da önemli gelişmeler katetmiş olan insan ve toplum bilimlerine; özellikle filozofların, antropologların, ilahiyatçıların, psikologların, sosyologların ve pedagogların insanın hakikatini kavramaya yönelik çalışmasına rağmen ‘insan’a dair esaslı izahlar getirilemeyişini Kadir Canatan, Alman filozofu ve felsefe tarihçisi Ernest Cassirer’in izahları çerçevesinde şöyle cevaplıyor: Bir taraftan insana ilişkin bilgilerdeki aşırı uzmanlaşmanın sebep olduğu epistemolojik parçalanma, diğer taraftan da bu parçalanmayı sona erdirecek kavramsal bir bütünlüğe ulaşmadaki zorluk (İnsan Fenomeni, Açılım Kitap, 2014: 8).
Doğu ile Batının ifrat ve tefritini reddeden İslam, insanı hak ettiği ve layık olduğu bir konumda değerlendirmiş, onu Allah’ın kulu ve yeryüzünün yöneticisi olarak takdim etmiş, yerde ve göklerdeki yaratılmışları da onun hizmetine ve emrine amade kılmıştır. Birbirlerinin halefi/halifesi olarak yeryüzünü imarla görevlendirilen insanın kâmil, olgun, bütün, tam bir insan olmasının yol ve yöntemini Kur’an apaçık şekilde ortaya koymuş, sevgili Efendimiz de, kıyamete kadar gelecek bütün bir insanlığa ‘insan-ı kâmil’in en güzel örneğini hayatıyla göstermiştir.
Kendimizi bilme gayretiyle telif ettiğimiz ve geçen hafta bu sayfada sizlerle paylaştığımız “İnsanı Anlamak” başlıklı yazımızın mütemmimi olarak bu hafta büyük mütefekkir Âkif’in “İnsan” şiirini paylaşmak istiyorum (Safahat, Hece Yayınları, 2010: 80-82). İnsanla ilgili ayetlerin manzum tefsiri mahiyetindeki bu muhteşem şiiri, daha iyi anlaşılabilmesi için Kur’ani Hayat dergisinin ‘insan’ konulu sayısında (Ocak-Şubat 2015: 39/118-119) yayımlanan manzum sadeleştirmemizle birlikte takdirlerinize sunuyorum:
Mehmet Âkif ERSOY
İNSAN “Ve tez’umu enneke cirmun sağîr, Ve fîke’ntava’l-âlemu’l-ekber.” (İmam Ali) | İNSAN “Sanırsın haa, sen cirmini sağîr, |
Haberdâr olmamışsın kendi zâtından da hâlâ sen, “Muhakkar bir vücûdum!” dersin ey insan, fakat bilsen. Senin mâhiyyetin hattâ meleklerden de ulvîdir: Avâlim sende pinhândır, cihanlar sende matvîdir:Zeminlerden, semâlardan taşarken feyz-i Rabbânî, Olur kalbin tecellîzâr-ı nûrâ-nûr-i Yezdânî. Musağğar cirmin amma gâye-i sun’-i İlâhîsin; Bu haysiyyetle pâyânın bulunmaz, bîtenâhîsin! Edîb-i kudretin beytü’l-kasîd-i şi’ri olmuşsun; Bulutlardan sevâ’ik sayd eder irfân-ı çâlâkin; Havâ, bir refref-i seyyâl-i hükmündür ki bir demde, Karanlıklarda gezsen, şeb-çerâğın fikr-i hikmettir, Ne zindanlar olur hâil, ne menfâlar, ne makteller… Taharrîden usanmazsın, teâlîden teâlîye; O istikbâledir şevkin, odur ma’şûk-i vicdânın, Bütün esrâr-ı hilkatten haberdâr olmak istersin, Koşarsın bunların sevdâ-yı idrâkiyle durmazsın, Emel, meş’al-keşin, bir reh-nümâ hem-râhın olmuşken, Tutar mâhiyyet-i Sâni’, o en heybetli mâhiyyet, Dururken böyle bîpâyân-ı terakkî-zâr karşında; Hayâtın eksik olmazken ağır bin bârı arkandan; Senin bir nüsha-i kübrâ-yı hilkat olduğun elbet,
| Haberdar olmamışsın kendi zatından da hâlâ sen, “Değersiz bir varlığım!” dersin ey insan, fakat bilsen. Senin niteliğin oysa meleklerden de yücedir Tüm âlemler sende saklı, dünyalar sende gizlidir:Taşarken Rahman’ın feyzi bütün yerlerden, göklerden Rabb’in nur üstüne nuru akseder senin sinenden! Cismin pek küçüktür amma zirvesi Hak san’atının; Bu onurla sınırın yok, sonu yok itibarının! Sözün sultanı Allah’ın en güzel beyti olmuşsun; Bulutlardan yıldırımlar avlar senin güçlü bilgin; Hava, hükmünü hızlıca yayan bir araç anında, Karanlıklarda gezsen de, fikir hikmet fenerindir, Ne zindanlar olur engel, ne idamlar, ne sürgünler… Araştırmaktan usanmaz, yüceldikçe yücelirsin; O gelecek için coşkun, odur senin varlık aşkın, Yaratılış sırlarından haberdar olmak istersin, Anlamanın sevdasıyla, hep koşarsın hiç durmazsın, Emel meşalendir bir de kılavuz yoldaş olmuşken, Bu sefer de Yaratan’ın hakikatini anlamak, Dururken böyle sonsuz bir ilerleyiş hep karşında; Eksik olmazken hayatın bin bir zorluğu sırtından; Yaratılışın eşsiz bir kopyası olduğun elbet, Sadeleştiren: Fethi Güngör Yetmiş sekiz sene evvel göçtü hak şairi Âkif,
|