-- Diriliş Postası, Hakkın Elinden Tutmak

HAKKIN ELİNDEN TUTMAK

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page

Bismihî Teâlâ.

“İlahi! Hamdini sözüme sertac ettim,

Zikrini kalbime mi’rac ettim,

Kitabını kendime minhac ettim.

Ben yoktum Sen var ettin,

Varlığından haberdar ettin,

Aşkınla gönlümü bîkarar ettin…

Şaşırtma beni, doğruyu söylet,

Neş’eni duyur, hakikati öğret…”

Rûhu şâd olsun, bu halisane yakarışı ümmete hediye eden büyük müfessir Elmalılı Muhammed Yazır’ın.

 

Âdemoğlunun hak yolculuğu

 

Allah Teâlâ, en güzel kıvamda yarattığı; fiziki, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik buutlarıyla mahlukatın en karmaşık lâkin en kıymetli varlığı kıldığı insana, sayısız diğer nimetler yanında hak ve adalet bilinci de bahşetmiştir. Yeryüzünü imar görevi uhdesine tevdi edilen âdemoğlu, bu emaneti yüklendikten sonra uzun süren beşeriyet dönemini geride bırakarak insaniyet mertebesine yükselmiştir.

 

Yeryüzünün halifesi seçilen beşere, insan olabilmesi ve arzı yönetme vazifesini bihakkın îfa edebilmesi için Yüce Yaratıcı tarafından yüksek donanımlar hediye edilmiştir. Olaylar, olgular ve süreçler arasında bağ kurarak bir sonuca ulaşabilmesini sağlayan akıl; eşyaya, hâdisata ve  mefhumlara isim verebilme yeteneği; iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, hakkı zulümden ayırt edebilmesine yardımcı olan vicdan nimetleri yanında irade gibi muazzam bir nimet daha bahşedilmiştir âdemoğluna.

 

Tercih edebilme, alternatifler arasından dilediğini seçebilme hürriyeti sunan irade nimetinin varlığı; insanın, tercihlerini belirlemede yardımcı olacak bir takım kaidelere ve tercihleri neticesinde kendisini ne gibi karşılıkların beklediğini öğrenmeye ihtiyaç duymasına neden olmuştur.

 

Kuluna büyük bir merhametle muamele eden Rabbimiz, bahşettiği onca nimete ilaveten, insana tercihlerinin neticelerini baştan göstermek maksadıyla dönem dönem elçiler göndermiş, vahiy nuruyla insanlığın yolunu aydınlatmış, böylece âdemoğluna  hakkaniyet çerçevesinde nasıl daha yüksek bir hayat sistemi kurabileceğini öğretmiştir.

 

İlahi mesaj insana neyin doğru neyin yanlış, neyin hak neyin bâtıl, neyin kurtuluş neyin hüsran, hangi yolun doğru hangi yolun eğri olduğunu ayan beyan göstermiştir. Ancak, baskı kurmamış, insanı cebren bir yola yönlendirmemiş, tercihi insana bırakmıştır. Çünkü, Yaratan, bahşettiği yüksek meziyetleri kullanarak, zaaflarını terbiye ederek, vaz’ ettiği ölçülere riayet ederek, edindiği tecrübelerden dersler çıkararak âdemoğlunun hak ve adalet çerçevesinde insanca bir hayatı inşa edebileceğini biliyordu. Nitekim, yeryüzünün halifeliğine insanı tayin edeceğini açıkladığında, ‘kan döken ve mal kavgası yaparak fitne fesat çıkaran’ bir türün halife seçilmesine hayret ettiklerini ifade eden meleklere Allah Teala, “Ben sizin bilmediklerinizi de bilirim” şeklinde cevap vererek, insana güvendiğini beyan buyurmuştu.

 

Hakkın yüksek hatırını gözetme görevi

 

Hakkın hatırı yüksektir. Zira, el-Hakk’tır hak mefhumunun kaynağı. Bu yüzden hakkın hatırını gözetmek, bu hatırı ekonomik, siyasi veya ideolojik menfaat ve beklentilerin üstünde tutmak, bu çok kıymetli cevheri ucuza satmamak, onu yere düşürmemek, şanını ve itibarını daima âlî tutmak icap eder. Hakkı ikame etme ödevinde olan insan onu zayi etse de hakkın değerinden bir şey eksilmez. Ancak, bu durumda hakkın hayata katma değer oluşturma fonksiyonu kalmaz ve insanoğlu hakların ihlalinden doğacak zulüm deryasında boğulur. Bu sebeple insaniyetin bekası için âdemoğullarının -şahsi, ailevi, kavmî menfaatlerine aykırı olsa bile- hakkın ve hakikatin yanında yer alması ve hakkın hatırını kırmaması dareyn saadetleri için elzemdir.

 

“Siz ey iman edenler! Kendinizin, ebeveyninizin ve akrabanızın aleyhine de olsa, Allah için hakka şahitlik yaparak daima adâleti tesis etmeye çalışın. O kimse zengin olsun fakir olsun, Allah’ın hakkı onların her birinin önüne geçer. O hâlde kendi arzularınıza uymayın ki adâletten uzaklaşmayasınız. Ama eğer ağzınızı eğip bükerek hakikati çarpıtırsanız ve(ya) şahitlikten kaçınırsanız bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 4:135).

 

Kendisine hakkın olduğu gibi bâtılın da, cennetin olduğu gibi cehennemin de yolu gösterilen insana dilediği yolu hür iradesiyle seçme hakkı tanınmıştır. Ancak, Allah Teâlâ, insana hak yolu seçmesini tavsiye etmiş, bu tercihi karşılığında bitimsiz bir ödüle nail olacağını müjdelemiş; bâtılın varacağı yolun ateşte azap olduğunu haber vermiştir. Yine de tercih insana bırakılmıştır. İnsan tercihini, karşılığını ve bedelini bilerek, sorumluluğunu üstlenerek kendi hür iradesiyle yapar.

 

Hayatını vahiyle inşa etmeyi tercih eden mü’minlerin hakkın yanında durması, mazlumun hakkını savunması, hakkın yerini bulması demek olan adaleti tesis için, karanlığın taa kendisi olan zulmün insanlığı boğmaması için bütün cehdini ortaya koyması onların cihadıdır.

 

Hakkı ve hakikati gizlememe sorumluluğu

 

Hakkı ve hakikati açıkça ortaya koymak (3:187), onu bilerek ve isteyerek gizlememek, (2:42), hak söze bâtıl karıştırmamak (3:71), konuşanın/ yazanın temel sorumluluğudur. Hafazanallah, Allah Teâlâ hakkı ketmetme cürmünü irtikâp edenleri yevm-i kıyamette muhatap dahi almayacak, dünyadaki bozuk duruşları sebebiyle onları ahirette cezalandırılacaktır. (2:174). Herhangi bir mülahazayla hakkın ve hakikatin üstünü örtenlere Allah da lânet eder, mahlukat da. İşlediği fesadın farkına varıp tevbe ederek davranışlarını ıslah edenler ve gizlediği hakikati açıklayanlar müstesna. (2:159-160).

 

Bağlamında hak sözü söylemenin, doğruyu desteklemenin beraberinde getireceği muhtemel risk, bu fikir namusunu çiğnemenin insanı her iki cihanda düşüreceği zelil durumun yanında hafif kalır. Kaldı ki, hakkın elinden tutmanın büyük ödülü karşısında, bu yolda ödenecek tüm bedeller küçüktür.

 

Cihadın efdali

 

En faziletli cihadın zalim yöneticiye karşı hakkı söylemek olduğunu beyan eden, bu soylu vazifeyi îfâ ettiğinden dolayı öldürülen bir mü’mini ‘seyyidü’ş-şüheda’, yani şehitlerin efendisi olarak tanımlayan, onun Hz. Hamza ile komşu olacağını müjdeleyen sevgili Nebi’nin ümmeti, hakkın ve hakikatin kadrini yeniden hatırlayacak ve insanlığa hukuklu bir hayat nizamı kurmanın mümkün olduğunu yakın bir gelecekte mutlaka gösterecektir.

 

28 Şubat 2015’te Hak aşkıyla hakikat yoluna revan olan Diriliş Postası’nı tebrik eder, insanlığın zamanlar ve mekânlar üstü değişmez değerlerini savunurken önüne çıkacak türlü engeller karşısında yılmadan, adına yaraşır şekilde hedefine yürümesini dilerim.

 

Haftada bir huzurunuzda olabilmek duasıyla, ilk yazımızı Kur’an Şairi Âkif’in “Âsım” şiirinden iktibas ettiğimiz şu muhteşem mısralarla noktalayalım:

 

Hâlik’ın nâ-mütenâhî adı var, en başı: HAK.

Ne büyük şey kul için hakkın elinden tutmak!

Hani, Ashâb-ı Kirâm, ayrılalım, derlerken,

Mutlakâ “Sûre-i ve’l-Asr”ı okurmuş, bu neden?

 

Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh;

Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh,

Sonra hak, sonra sebat. İşte kuzum insanlık.

Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık.

 

Müslüman hakka zahîr olmaya her an mecbûr,

Sarsılır varlığı, göstermeye başlarsa fütûr,

Hele zulmün galeyânında bu mecbûriyyet,

Daha şiddetli olur başkalarından elbet.

 

Çünkü hak öyle zamanlarda kalır tehlikede,

Çâresizdir, onu kurtarmaya bakmak sâde.

 

Bir adam dursa da bir zâlim imâmın yüzüne,

Adli emretse, bu zâlim de onun hak sözüne,

İnkıyâd eyliyecek yerde tutup kıysa ona,

O mücâhid yazılır ta şühedânın başına.

 

Hamza’dan sonra gelen şanlı şehîd ancak odur.

Hak için can verenin pâyesi elbet bu olur.

Hakkı bir zâlime ihtâr, o ne şâhâne cihâd!

“En büyüktür” dedi Peygamber-i pâkîze-nihâd.

 

Hak zelîl oldu mu millet de, hükûmet de zelîl.

“Hangi ümmette ki müşkildir edilmek tahsîl,

Âcizin hakkı kavîlerden… O, kuvvetlenemez…”

– Ne güzel söz bu! Şümûlüyle beraber mûcez.

 

– Ömer’in hutbesi aklında mı bilmem? – Bilmem…

– “Eyyühe’n-nâs, ederim taptığım Allâh’a kasem,

Yoktur aslâ şu cemâ’atteki hiçbir âciz,

Benim indimde sizin olmaya en kâdiriniz,

Bir kavînizde olan hakkını kurtarmam için.

Bir kavî kimse de yoktur ki bu ümmette, bilin!

En zaîf olmaya nezdimde, tutup kendinden,

Âcizin hakkını ısrâr ile isterken ben…”

 

Ömer’in işte, Hocam, çizdiği meslek buydu.

– Lâkin akvâline ef’âli bihakkın uydu.

– Sallanan çünkü kılıçlardı; ne kuyruk ne kavuk!

Öyle bir devr-i şehâmette kolaydır ululuk.

 

Senin etrâfını alsın ki yığınlarca sefil,

Kimi idmanlı edebsiz, kimi ta’limli rezîl.

Kiminin fıtratı âzâde hayâ kaydından;

Kiminin iffeti ikbâline etten kalkan.

 

O kumarbaz, bu harâmî, şunu dersen, ayyâş.

Sonra mecmûu müzevvir, mütebasbıs, kallâş…

Bu muhîtin bakalım şimdi içinden çıkabil;

Ne yaparsın Ömer olsan, yine hâlin müşkil.

 

Uğramaz doğru adam semtine, lâkin, heyhat,

Gece gündüz seni ıdlâle müvekkel haşerat!

Kulağın hak söze artık ebediyyen hasret;

Kustuğun herze: Ya hikmet, ya büyük bir ni’met!

 

Ağlasın milletin evlâdı da bangır bangır,

Durma hürriyeti aldık diye, sen türkü çağır!

Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem…

Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ, boğarım…

– Boğamazsın ki!

– Hiç olmazsa yanımdan koğarım.

Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.

Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page
TASAVVURU DOĞRU İNŞA ETMEK

Yorum yap

Yorum