“Hiç şüphe yok ki işte bu Kur’an, en doğru yola yöneltmekte; erdemli ve güzel davranış sergileyenleri, kesinlikle muhteşem bir karşılığın beklediğini müjdelemektedir; ve âhirette (yaptıklarından hesap vereceğine) inanmayan kimseler için, elim bir azap hazırladığımızı da…” (İsra, 17:9-10).
Çözümden ne anlıyoruz?
Allah Teala, kaldıramayacağımız mükellefiyetler yüklemediği gibi baş edemeyeceğimiz sorunlarla da bizi imtihana tabi tutmamaktadır.
Bir sorunun bertaraf edilmesi, sağlıklı işleyişe mani olan engellerin ortadan kaldırılması, meselede bir neticeye varılması, içinde bulunulan olumsuz durumdan bir çıkış yolu bulunması manalarına gelen “çözüm” kelimesi matematik biliminde bir denklemde bilinmeyenlerin yerine konulduğunda denklemi sonuçlandıran, gerçekleştiren sayı ya da sayılar için kullanıldığı gibi denklemde ulaşılan sonuç için de kullanılır. Sorunla başa çıkma anlamında “çare” kelimesiyle de eşanlamlı olarak kullanılan çözüm kelimesi sosyal olaylar söz konusu olduğunda ‘bir sorunun karanlık, güç yanını bulup onu açıklayarak anlaşılmazlıktan kurtarmak için tutulacak yol ya da bir sorunu çözme biçimi; bir güçlüğü ortadan kaldıracak düşünce, eylem ve işlemler bütünü’ anlamında kullanılmaktadır.
Çözüm gücümüz ve mükellefiyetimiz var mıdır?
İnsan, kendisine bahşedilmiş olan akıl, irade, sorumluluk bilinci, kuvvet ve kudret gibi emanetleri yerli yerince kullanabildiğinde çözemeyeceği bireysel ya da toplumsal sorun yoktur. Sınav salonu mesabesindeki bu dünyada bize kısa ve geçici bir ömür bağışlayan Allah Teala, kaldıramayacağımız mükellefiyetler yüklemediği gibi baş edemeyeceğimiz soru ve sorunlarla da bizi imtihana tabi tutmamaktadır. Yeter ki biz kendimizi, haddimizi yani sınırlarımızı bilelim, zaaf ve meziyetlerimizi iyi yönetelim, donanımlarımızı kullanarak kapasitemizi geliştirelim, çözemeyeceğimiz sorunumuz olmadığını bilelim, kapasitemizi aşan hususlardan zaten sorumlu olmadığımızın farkında olarak sorunlarımızın üstüne üstüne gidelim.
Akıl, irade, kudret gibi meziyetlerimizi sorunlarımızın çözümünde ve vahye mutabık bir hayatı inşa etmede kullanmazsak, nimetleri israf etmiş, dahası emanete ihanet etmiş oluruz.
Terbiye etmediğimiz ve yerli yerinde kullanmadığımız meziyetlerimiz körelmeye mahkumdur. Her nimetin şükrü kendi cinsinden olur. Akıl, irade, kudret gibi nimetlerimizi de sorunlarımızın çözümünde ve vahye mutabık bir hayatı inşa etme yolunda kullanmazsak, nimetleri israf etmiş, dahası emanete ihanet etmiş oluruz.
Biz kul olarak çıkış yolu bulmak için bütün çabamızı ortaya koyarsak, Allah Teala elbette bize çıkış yollarını gösterecektir, zira buna va’di vardır.
Nimetin şükrünü fiilen eda edersek, Rabbimiz o nimetin kapasitesini artırma garantisi vermekte; kullanmayarak ya da yanlış kullanarak nankörlük edecek olursak çetin azabı kendi tercihimizle hak edeceğimiz konusunda açıkça uyarmaktadır:
“Eğer şükrederseniz size (olan nimetimi) artırırım, yok eğer nankörlük ederseniz iyi bilin ki azabım pek şiddetli olacaktır.” (İbrahim, 14:7). Nimetlerin artmasının ve azaptan kurtulmanın ön şartı; önce bizim harekete geçmemiz, çözüm irademizi ortaya koyup gücümüzü harekete geçirerek somut adımlar atmamızdır. Biz olayları ve şartları anlamak ve çıkış yolu bulmak için bütün çabamızı ortaya koyarsak, Allah Teala elbette bize çıkış yollarını gösterecektir, zira buna va’di vardır (29:69).
Mustafa İslâmoğlu hoca “…Hiç kuşkusuz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah o toplumun gidişatını (kendiliğinden) değiştirmez…” (Ra’d Sûresi, 13/11) âyetinin meâline şu notu ilave etmiştir: Bu âyet toplumsal değişimin yasasını ifade eder. Toplumun ve hayatın yeniden inşâsı için, tasavvur ve aklın “akleden kalp” olarak yeniden inşâsını öngörür. Zımnen: Allah’ın bir toplumun gidişatı hakkındaki iradesi, o toplumu oluşturan bireylerin tercihlerinden bağımsız değildir. Bu âyet gidişatı beğenmeyen mü’min muhatabının önüne “değişimi” bir hedef olarak koymaktadır. Bunun başlama noktası kişinin kendisidir. Zira kendilerini eğitemeyenler başkalarını eğitemezler. İçinden aydınlanamayan dışını aydınlatamaz (Hayat Kitabı Kur’an: Gerekçeli Meâl-Tefsir).
Âlem-i İslam’ın hâl-i pürmelâlinden kurtularak müminin izzetine yaraşır bir hayat sürebilmesi ve insanlığa örnek olacak bir toplum modeli geliştirebilmesi için; iradesini ve gücünü ortaya koyarak çözüme yönelik somut adımlar atması gerekmektedir.
Sorunlarımızı teşhis edip uygun çözümler üretebilmeliyiz
Müktesebatımızı Kur’an’ın eleğinden geçirerek çözüm için irademizi ve tüm gücümüzü ortaya koyduğumuz zaman, Rabbimizin bizleri muvaffak kıldığını göreceğiz.
İslam âleminin bütün sorunlarını efradını cami ağyarını mani şekilde tadat edip çözüm önerilerini sıralamak bir şahsın tek başına yapabileceği bir iş olmadığı gibi bir kısa makale de bu büyük görev için yeterli bir zemin değildir. Ancak, sorunlarımızı tasnif edebileceğimizi, teşhisin de çözüm önerisinin de mümkün olduğunu, bahşedilen yüksek meziyetler yanında vahye mazhar olmuş âdemoğlu olarak sorunları görmezden gelmek ve sürekli kaçmak yerine cesaretle bu sorunların üzerine giderek kalıcı etkin çözümler oluşturabileceğimizi vurgulayabilmek için burada bir kaç tespitimi paylaşmak istiyorum:
- Hatasız tek kitabın Kur’an olduğuna can u gönülden inanıp, onun kıyamete kadar insanlığın sorunlarına kalıcı gerçek çözümler sunma vasfına ve gücüne güvenmeliyiz.
- Kitaba uymak yerine kitabına uydurma, Kur’an’ın söylediğine dikkat kesilmek yerine kendi kanaatimizi Kur’an’a söyletme hadsizliğini artık tamamıyla terk etmeliyiz. Kur’an’ı anlamaya çalışırken mezhep taassubu başta olmak üzere tüm ön yargılarımızdan kesinlikle uzak durmalıyız.
- Mistik eğilimlere kapılarak herkesi haklı ve mazur görme fantazisiyle hakkı zayi etmemeliyiz. Hakk’ın hatırını özenle tüm hatırların üzerinde tutulmalıyız. Hak namına hiç bir kıymeti olmayan zanna dayalı spekülatif yöntemlere itibar etmemeliyiz.
- Büyük insanların, dinî ve siyasi önderlerin, eski ve yeni âlimlerin de hata yapabileceğini kabul etmeliyiz. Ne var ki, hata yaptı diye süpür atmaya kalkmanın, hatalarıyla birlikte toptancı bir yaklaşımla almaktan farksız olduğunu da kabul etmeliyiz.
- Toptan kabul ya da toptan red yerine seçerek, ayıklayarak kabul etmeyi veya reddetmeyi alışkanlık haline getirmeli, temyiz kudretimizi geliştirmeliyiz.
- Allah’ın koyduğu ölçülerle yetinmeliyiz; sahte kutsallar, asılsız takvalar, haksız otoriteler oluşturma ve onların eteğine yapışarak toptan cennete girme hayallerinden vaz geçmeliyiz.
- Görünmeyi değil olmayı öncelemeli, imajı değil hakikati önemsemeliyiz.
- Sadakati ve tarafgirliği değil, samimiyeti ve liyakati öncelemeli, görevlendirmelerde ölçü olarak içtenliği ve yetkinliği esas almalıyız.
- Batı medeniyetlerinin yücelttiği, doğu medeniyetlerinin de tam tersine alçalttığı ego/nefis meselesinde dengeli bir yaklaşım ortaya koyabilmeli, insanlığa izzet-i nefsini koruyan ama başkalarını kendine köle etmeye yeltenmeyen sağlam bir şahsiyet modeli sunabilmeliyiz.
- Nefis muhasebesini bir ritüel olarak tekrarlayıp durmaktan vaz geçip herkesten önce kendimizi hesaba çekmeyi, ciddiyetle özeleştiri yapmayı öğrenmeliyiz. Birbirimizi yapıcı eleştirilerle desteklemeli, bize eleştiri yöneltenleri düşman bellemek yerine onlara teşekkür etmeliyiz. Artık ferden ve toplum olarak esaslı bir tevbeye niyet etmeliyiz.
- Sünnilik ve Şiilik başta olmak üzere mezhep, cemaat veya meşrep davası gütmenin, onun holiganlığını yapmanın tefrika suçu işlemek olduğunu, haram kılınmış olan bu büyük sosyal hastalık Âlem-i İslam’ı yiyip bitirmeden öğrenmeliyiz.
- Şahsımıza emanet edilen akıl, irade, sorumluluk, güç gibi nimetlerin devredilemez ve vazgeçilemez ferdî emanetler olduğunun bilincine vararak, şark kurnazlığıyla onları başkasının cebine koymak suretiyle sorumluluktan kurtulma uyanıklığından vaz geçmeliyiz.
- Kendi kendimize yaptığımız zulümlerin, kendi tercih ve eylemlerimizin sonucu olarak başımıza gelen acı olayların faturasını Allah’a keserek bunca nimeti bağışlayan Rabbimize iftira atma terbiyesizliğini bırakıp adam gibi tercih ve eylemlerimizin sorumluluğunu üstlenmeliyiz.
- Tarih boyunca farklı kültürlerin karışımıyla ortaya çıkmış olan geleneksel din algılarını sorgulayarak Allah’ın bize indirdiği dini yeniden keşfetmeli, Allah’ın dinine zam yapmadan, indirilmiş dinde indirime yeltenmeden Rabbimizin insanlık ailemiz için öngördüğü sınırlarla yetinerek, O’nun emr-i ilahisi gereğince aklın ve ilmin işbirliğiyle, vahyin aydınlığında yepyeni bir hayatı inşa etmeliyiz.
- Üzerimizdeki ölü toprağını atmalıyız. Yeryüzünün imarı ve vahye mutabık medeni bir hayatın inşası için gerek fizik, gerek sosyal, gerekse entelektüel alanda büyük çabalar ortaya koymalıyız.
- Bedeviliği, kabalığı, marjinalliği ve şiddeti yücelten tutum ve davranışlardan bütünüyle uzaklaşmalıyız.
- Evde, okulda, işyerinde, kamusal alanda, siyaset ve cemaat ilişkilerinde çatışmaya ve nefrete değil, saygıya ve müzakereye dayalı, sözleşme, ilke ve hak temelli hukuklu bir ilişki ağı geliştirmeliyiz.
- Temyiz kudretimizi geliştirerek iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan, geleneği dinden, kültürü imandan hassasiyetle ayırt etmeyi, şirke bulaşmamak için olabildiğince titiz davranmayı, bunu bir ömür yapmanın asıl kaderimiz olduğunu kavramalıyız.
- Dinî ve siyasi önderlerimizin peygamberlerin bile kullanmadığı yetkiler kullanmasına göz yummayı terk etmeli, istişareyle iş yapma ve ortak akıl ile karar alma erdemini gösterebilmeliyiz.
- Sadece beş milyarı aşkın kayıp kardeşlerimizi bulabilmek için değil, iki milyarlık Âlem-i İslam’ın evlatlarını evden kaçırmamak için de mutlaka yeni bir din dili geliştirmek maksadıyla elbirliği yapmalıyız.
- Yöntemler farklı olsa da temeli oluşturan ‘asıl’ın tek olduğunu asla unutmamalı ve dosdoğru geniş yolda birbirimize çelme takmadan kendi gücümüz ve gayretimiz nispetinde, ödülünü sadece Âdil-i Mutlak’tan bekleyerek hayır ve ıslah faaliyetlerinde yarışmalıyız.
Özetle; duygularımızla değil aklımızla hareket etmeyi, aşağılık ya da büyüklük kompleksinden kurtulmayı, gücü değil hakkı üstün tutmayı, sadakati değil liyakati öncelemeyi, mehdi/kurtarıcı beklemekten vaz geçip sorumluluğumuzu üstlenerek gereğini yapmayı, zanna ve menkıbelere dayalı çürük bilgileri bırakıp Kur’an’a ve aklın faaliyetlerine dayalı sağlam bilgiyi esas almayı başarabilirsek, bunun için irademizi ve çabamızı ortaya koyabilirsek, Müslümanlar İslam’ı yetkinlikle temsil etmeye başlayacak, İslam dini büyük bir hızla tüm dünyada yayılacak, karşısında başkaca hiç bir sistem tutunamayacaktır.
Müktesebatımızı Kur’an’ın eleğinden geçirerek kendimizle yüzleştiğimiz, Allah’ın koyduğu ilkeleri yeterli görüp dine zam yapmaya ya da inirim yapmaya yeltenmeden vahye mutabık bir hayat inşa etmek için irademizi ve gücümüzü ortaya koyduğumuz zaman, Rabbimizin bizleri yeryüzünün varisleri kıldığını göreceğiz. Zira buna vadi var ve O, asla vadinden hulfetmez.
Zulme ve zalime meyletmeyip adaleti üstün tutarsak, cehaleti ilim ile yenersek, saltanat yerine şûrâ, yani ortak akıl ve istişare ile işlerimizi yürütürsek, günah ve düşmanlık yerine iyilik ve takvada yardımlaşarak sorumluluk bilincimizi geliştirirsek, insanlığın ortak iyilerini yaygınlaştırıp ortak kötülükleri engellemeye çalışırsak, ifrat veya tefrite saplanıp uçlarda gezinmek yerine dengeli, orta yolu tutan bir ümmet, sağlıklı bir toplum olursak, Allah elbette Müslümanları yeryüzünün varisi kılacaktır.
“Dâvâmız uğrunda var gücünü harcayanları, elbette kendi yollarımıza yönelteceğiz. Şüphesiz Allah iyi ve erdemli olanların yanındadır.” (Ankebut, 29:69).