Yakın geçmişimizi ve aktörlerini yakından tanımak; içinde bulunduğumuz şartları ve yaşadığımız olayları daha isabetli değerlendirebilmek ve böylece insanlık yürüyüşümüzü daha doğru bir mecrada sürdürebilmek için elzemdir.
“Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.”
29 Ekim 2003 tarihinde aramızdan ayrılan, cenaze namazına iştirak ederek İslam dünyasının dört bir yanından gelen kardeşlerinin kendisi için nasıl yürekten dualar ettiğine bizzat şahitlik etmeyi nasip ettiği için Allah’a hamdettiğim Aliya İzetbegoviç; son derece çetin sınavları alnının akıyla vermiş, çağlar üstü evrensel insani değerlerin diğer adı olan İslam’ı insanlığa huzur getirebilecek yegâne hayat tarzı olarak benimsemiş, en ağır şartlarda bile inandığı değer ve ilkelerden asla taviz vermemiş, her türlü ahvâl ve şerâitte insan kalınabileceğini mütevazı hayatında ve adaletli yönetiminde göstermiş etkin bir önder olarak sadece Boşnakların değil tüm Müslüman halkların gönlünde taht kurabilmiş gerçek bir önder ve büyük bir insandır.
“Batı’nın bugünkü refahı; devam eden sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur.”
‘Heybeti ve merhameti aynı anda taşıyabilen’(1) İzzetbeyoğlu Aliya; Türk dilinde Yücel, Fars dilinde Bülend ile karşılanabilecek adının tam anlamıyla yüce gönüllü, soyadının bütün anlamıyla da şeref, onur ve haysiyet timsali bir salih ve muslih mümin olarak, sağlam şahsiyetiyle, sade hayat tarzıyla, ilkeli mücadelesiyle, adil yönetimiyle ve insaniyetiyle sadece Müslümanların değil bütün bir insanlığın saygıyla anması, fikirlerini anlaması ve insanlığa ufuk açan eserlerinden istifade etmesi gereken dünya çapında bir bilgedir.
Aliya İzetbegoviç: İnsan Olmanın Ulviliğini ve İzzetini Kuşanmak
“Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız.”
Aliya İzetbegoviç (Alija İzetbegović), 8 Ağustos 1925 tarihinde bugünkü Bosna-Hersek’in kuzeybatısında bulunan Bosanski Samaç kasabasında mütedeyyin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Saraybosna’da Alman lisesinde disiplinli bir eğitim gördü. Çalışkanlığı ve üstün kabiliyetleriyle öne çıkan Aliya, İslami meselelere büyük ilgi duyuyordu. Aliya’nın henüz onaltı yaşındayken dinî konuları müzakere etmek amacıyla bazı arkadaşlarıyla birlikte kurduğu “Mladi Muslimani” (Müslüman Gençler), düşünce kulübü olarak başlayıp zamanla eğitim ve hayır faaliyetlerine öncülük eden bir merkeze dönüşmüştü. Genç kızlar birimini de oluşturan hareket, İkinci Dünya Savaşı esnasında ihtiyaç sahiplerine insani yardımlar da organize etmişti…
13 Ocak 1946’da Yugoslavya yeniden bağımsızlığına kavuştuğunda yönetimi ele geçiren ve Yugoslavya’yı altı federal cumhuriyet ile iki özerk bölgeye bölen Komünist Parti yönetimi, dinlerin sosyal hayattaki etkisini planlı bir şekilde ortadan kaldırmak için uğraştı. İslam’ı bir hayat tarzı olarak içtenlikle benimseyen İzetbegoviç, bu sefer de ‘ateizme karşı fikir ve faaliyetleri’ sebebiyle komünist rejimin en önemli hedeflerinden biri haline gelmişti. 1949’da İslamcılık suçlamasıyla tutuklanan Aliya, beş yıl hapis yatmıştı.
1953’te iktidara gelen Tito zamanında yeni sıkıntılarla karşılaşan Aliya ve arkadaşları, 1974 yılında kabul edilen yeni anayasadan sonra din üzerindeki sıkı kontrolün kısmen hafifletilmesiyle bazı İslami kurumlar yeniden işlevini kazanma imkânı bulmuştu. Bu yumuşama üzerine bazı camiler ve medreseler yeniden açılmış, dinin hayata yansımaları daha belirgin hale gelmeye başlamıştı.
Zor Zamanda İslam’ın Manifestosunu Yazabilmek
“Ancak halkın ordusu olduğumuzda ve insanlar bizden korkmadığında muzaffer olabiliriz.”
1980’de Tito ölünce federasyon cumhurbaşkanlığı konusunda bir anlaşmazlık ortaya çıktı. Bunun üzerine altı federal eyaletin her birinin cumhurbaşkanının sırayla bir yıl federasyon cumhurbaşkanlığı yapması önerisinde anlaşma sağlandı. Bu gelişmeyle birlikte ülke kısmen bir demokratikleşme sürecine girmiş oldu.
Aliya’nın oğlu bu kısmi hürriyet ortamını değerlendirerek babasının makalelerini bir kitapta toparlayıp, 1983’te “İslamî Manifesto” adıyla yayınladı. Daha önce 1970’te de aynı başlıkla bir kitabı yayınlanmış olan Aliya’nın 1983’te basılan yeni kitabı büyük yankı uyandırmıştı. Dönemin rejimi bu yankıyı hazmedemeyerek İzetbegoviç’i ‘Avrupa’nın ortasında radikal İslamî bir cumhuriyet kurmak için çalışmak’ suçlamasıyla tutukladı ve 14 yıl hapis cezasına mahkûm etti. 12 Müslüman aydınla birlikte Aliya’nın bu haksız mahkûmiyeti onun kitabının bütün Bosna’da duyulmasını ve geniş kitleler tarafından okunmasını sağladı. Müslümanlar muhtelif yollarla kitabı temin edip okuyor ve bu kitapta savunduğu fikirlerinden dolayı yazarının hapiste tutulmasından dolayı müteessir oluyordu.
Mahkûmiyet süresi Yargıtay kararıyla 11 yıla indirilen Aliya, 1988’de çıkarılan bir afla da serbest bırakıldı. 1983-1988 yılları arasındaki beş yıllık hapis süreci İzetbegoviç’in hayatında önemli bir değişime zemin oluşturdu. Hapiste düşünmek, fikir üretmek, daha önce üretilmiş fikirlerden istifade etmek için bir hayli zaman bulmuştu. Hapis döneminde yıllarını verdiği “Doğu ve Batı Arasında İslam” adlı meşhur eseri yayımlandı. Bir arkadaşı tarafından neşredilen ve çok kısa bir zamanda geniş bir okuyucu kitlesine ulaşan bu eserinde Aliya, İslam’ı sade ve öz bir şekilde yeni nesillere anlatmayı hedeflemişti…
Müslümanları Yönetme Emanetini Liyakatle Deruhte Edebilmek
Aliya hapisten çıktığında dünyadaki komünist rejimler çöküş dönemine girmişti. Yugoslavya’da da eski federatif yapının korunması fikri zayıflamış ve bağımsızlık yanlısı fikirler toplumda etkisini göstermeye başlamıştı. Bu süreçte Aliya “Demokratik Eylem Partisi”ni (SDA) kurdu. 5 Aralık 1990’da gerçekleştirilen genel seçimleri kazanan partinin lideri Aliya İzetbegoviç, Bosna-Hersek Özerk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı oldu. Girdiği ilk seçimde büyük bir başarı elde eden SDA, cumhurbaşkanlığını kazanmanın yanı sıra parlamentoda da 86 sandalye elde etmişti.
1990’lı yılların başında Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nde bağımsızlık hareketleri baş göstermiş, özerk cumhuriyetler birbiri ardından bağımsızlıklarını ilan etmeye başlamıştı. Bu süreçte Bosna-Hersek, 1 Mart 1992‘de gerçekleştirdiği referandum neticesinde halkın %62,8’inin tercihi doğrultusunda bağımsızlığını ilan etti.
Bu önemli değişim üzerine Sırplar Bosna-Hersek yönetiminde büyük oranda söz sahibi olan Müslümanlara karşı savaş açarak II. Dünya Savaşı’nda yaptıklarına benzer yeni bir katliam hareketi başlattılar. Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsızlık mücadelesine destek olan Avrupa ülkeleri ve ABD ise Bosna-Hersek’i Sırp saldırıları karşısında yalnız bırakmıştı. Bosna-Hersek Müslümanlarını en fazla sıkıntıya sokan, Avrupa’nın üçüncü büyük ordusu Yugoslavya Federal Ordusu’nun Sırp çetniklerine destek vermesiydi. Müslümanlar herhangi bir askerî destekten yoksun olduğu gibi silah ve cephaneleri de son derece yetersizdi. Böylece Bosna-Hersek’in önemli şehirlerini işgal eden Sırplar hem insan hem de medeniyet katliamı yapmış, özellikle camileri ve İslami izler taşıyan tarihî eserleri tek tek yıkmışlardı.
Bosna-Hersek meselesinin çözümü için değişik tarihlerde gerçekleştirilen görüşmeler ve arabuluculuk çalışmaları da sonuçsuz kalmıştı. Böylece 1994’ün sonuna gelindiğinde Bosna-Hersek’teki iç savaşın aldığı can sayısı 250.000’i, göçe zorladığı insan sayısı ise 1 milyonu geçmişti.
Bu çetin şartlarda Cumhurbaşkanı Aliya İzetbegoviç kendilerine kıyasla büyük bir askerî güce ve desteğe sahip olan Sırplarla, askerî güçten ve dış destekten yoksun Bosna-Hersek halkını karşı karşıya getirmemek için oldukça temkinli bir politika izlemişti.
Dayton: Katliamı Durdurabilmek İçin Kerhen Anlaşma İmzalamak
Müslümanların direnişine destek olmak ve soykırımı durdurmak için İslam dünyasının muhtelif bölgelerinden genç direnişçiler Bosna-Hersek’e gitmişti. Direniş ve savaş yıllarında Bosna-Hersek Müslümanları İslami kimliklerini yeniden kuşanıp bilinçlendiler.
Hür dünyanın(!) katliamın sürüp gitmesine seyirci kalması ve Müslümanları Sırpların isteklerini kabul etmeye mecbur etmeleri neticesinde Aliya, 14 Aralık 1995’te Paris’te önüne konan anlaşmayı kerhen kabul etmiştir. Orantısız savaşı sona erdiren bu anlaşma Bosna-Hersek topraklarının %51’ini Müslümanlara ve Hristiyan Hırvatlara, %49’unu da Bosna-Hersek Sırplarına (veya bu ülkeye yerleşmiş Sırplara) veriyordu. Yönetimin de bu üç halk arasında paylaşılmasını şart koşuyordu. Anlaşmanın mimarı Amerika, Müslümanlara ellerindeki tüm silahları imha etme ve ABD patentli silahları yedek parça olmaksızın satın alma şartını da koşmuştu…(2)
Böylece, insan hak ve özgürlüklerinin, gelişmenin ve demokrasinin beşiği kabul edilen Avrupa’nın göbeğinde, gizli ve aleni, askerî ve siyasi her türlü desteği verdikleri Sırp çetnikler eliyle Boşnak Müslümanlara karşı gerçekleştirilen katliam durdurulmuştu. Ancak, problem çözümsüzlüğe mahkum edilmiş, uzun sahil şeridinden özenle mahrum bırakılan Müslümanlar üzerinde oynanan oyunlara sadece ara verilmiş, problem çözülmek yerine ileride yeniden ısıtılmak üzere buzdolabına kaldırılmıştır…
Hayatın Her Aşamasında İslami Değerlere Sadık Kalabilmek
19 Ekim 2003 tarihinde dâr-ı bekâya irtihal eden büyük insan Aliya İzetbegoviç’i 13. vefat yıldönümünde rahmet ve minnetle anmak için hazırladığımız yazımızın ilk bölümünü, onun mücadele ahlâkını yansıtan birkaç vecizesiyle noktalayalım:
- “Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince”
- “Ölmeye hazır olan insanlar, ölmeye hazır olmayanlara karşı galip gelirler.”
- “Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey, düşmanlarımızın sözleri değil dostlarımızın sessizliği olacaktır.”
- “Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına!”
- “Bunu hiç unutma evlât! Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır. Bugünkü refahı; devam eden sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur.”
- “Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız.”
- “Hukuk benim için sadece meslek değil inancım, tercihim ve hayat felsefemdir.”
- “Kabile ve ulusun dar sınırlarından kurtulmak için kendinizi ‘Müslüman’ olarak düşünmeye başlayın.”
- “es-Selâmu Aleykum” diyerek başladığı hitabesinde ordusuna: “Ancak halkın ordusu olduğumuzda ve insanlar bizden korkmadığında muzaffer olabiliriz. İnsanlarını tehdit eden bir ordu sefildir.”(3)
- Bir gün askerlerden birinin gelip kendisine; “Onlar bizim kadınlarımıza tecavüz ediyorlar, onlar bizim kadınlarımızı, yaşlılarımızı ve çocuklarımızı öldürüyorlar. Buna bigâne kalmamalıyız.” demesi üzerine: “Sırplar bizim öğretmenimiz değiller!”
- Bosna savaşını bitiren Dayton anlaşmasını imzalarken: “Bu adil bir barış olmayabilir; fakat süren bir savaştan daha iyidir.”
- Saraybosna’daki Kovaçi Şehitliği’ndeki sade mezar taşına da nakşedilmiş olan sözü: “Allah’a yemin ederim ki, biz köle olmayacağız!”(4)
İki kez uzun süreli hapse mahkum edilen, halkı kırklı ve doksanlı yılların başında iki kez katliama tabi tutulan, Bosna-Hersek’te iki dönem deruhte ettiği cumhurbaşkanlığını adalet ve merhamet temelinde yürüten bilge lider ve büyük insan Aliya İzetbegoviç’in mekânı cennet, makamı adı gibi âlî olsun…
Kaynaklar:
- http://dirilispostasi.com/n-19758-bugun-bilge-kralimizi-onu-en-iyi-anlatan-yaziyla-hatirlayalim.html, 19.10.2016.
- https://tr.wikipedia.org/wiki/Alija_Izetbegović#cite_note-1, 19.10.2016.
- http://dusuncemektebi.com/y/17725/bilgenin-selami/, 19.10.2016.
- http://www.dernekpazarimuftulugu.gov.tr/mydes/haber_detay.asp?haberID=874, 19.10.2016.
Aliya İzzetbegoviç’in “ÖZGÜRLÜĞE KAÇIŞIM/Zindandan notlar” adlı kitabından saygı ve minnet dolu duygularımla dört kısa alıntı paylaşmak istiyorum.
1-“Konuşamazdım ama düşünebilirdim. Dolayısıyla bu imkânı sonuna kadar kullanmaya karar verdim.”vııı
2- “İrademizden gelen düşünceleri gürültülü tutkulu bir şekilde, bilgi ve kanaatimizden kaynaklanan düşünceleri ise sakin ve soğukkanlı bir şekilde ifade ederiz. Soğukkanlı bir şekilde ifade edilen hükümlere her zaman daha fazla güvenmemizin sebebi budur. Biz onları tutkudan ziyade anlayıştan kaldığını hissederiz” 37, 38
3-“Özgürlük kendi başına anlaşılan veya bir değer olarak gerçekleştirilen bir şey değildir. Bazı insanlar için özgürlük aşırı bir yüktür. Dolayısıyla özgürlükten kaçarlar.”111
4-“ Bakir, 28 Mayıs 1988
Ramazan boyunca Kur’an okuyorum. Bu kez özellikle nasıl davranmak gerektiğini öğreten ayetlerden- tabiri caizse- hoşlanıyorum. Meselâ diğer insanlar hakkında gıybet yapılmaması, boş yere konuşulmaması, diğer insanların özel hayatına saygı gösterilmesi, diğer insanların hataları üzerinde durulmaması, başkalarının ayıpları ifşa edilmemesi, ana babanın yük olarak görülmemesi gibi konuları öğretiyor. Kur’an’ı her okuyuşumda farklı görünüyor, ama gerçekte değişen benim, Kur’an olduğu gibi duruyor.” 386