“Hani Rabbi İbrahim’i insanı şiddetle sarsan ağır imtihanlara tabi tutmuş ve o da bu (imtihanı) hakkıyla verdiği zaman demişti ki:
‘Ben seni insanlığa önder yapacağım.’ İbrahim: ‘Neslimden de mi?’ demişti. Allah buyurmuştu: ‘Sözüm (senin neslinden de olsa) zalimler için asla geçerli değildir!’” (Bakara 2:124).
Sadece Allah’a kul olanların ideal anlamda insan olabileceğini derinden kavramış Aliya gibi bir bilgeye “kral” lakabının yakıştırılması yakışık almamaktadır. Nitekim Allah’a kul olmayan bir insan, yaratılmışa kul ve köle olmaya mahkumdur.
Kral; çoğunlukla babadan oğula veraset yoluyla intikal eden, hayat boyu süren, devleti kendi mülkü gibi gören ve toplumu neredeyse sınırsız yetkilerle sevk ve idare eden, keyfî kararları dahil hiçbir tasarrufu sorgulanamayan yönetici tipinin adıdır. Aliya’da bunların hiç birisi olmadığı gibi hepsine karşı idi: Yönetimi ne babadan devraldı ne de oğluna devretti. Kendi iradesiyle siyasetten çekildi, ölene kadar cumhurbaşkanlığı koltuğunda kalmayı hiç istemedi. Sadece sivil idarede değil savaşın en ateşli aşamalarında bile ilkeye dayalı muameleyi terk etmedi, keyfî davranmadı. Bir kral gibi devleti kendi mülkü gibi görme eğilimi ise Aliya’ya çok yabancı bir duygu idi. Konuşma yapmaya geldiği bir salonda masaya konan küçük fotoğrafı kaldırılmadan kürsüye çıkmayan, Saraybosna’nın en büyük caddesine adını verme önerisini reddeden, yerde bağdaş kurup oturarak bir çocukla arkadaşça sohbet eden, camiye girdiğinde kimseyi rahatsız etmeden boş bulduğu yere oturan, komşularından ayırt edilemeyen mütevazı evinde emekli maaşıyla hayatını tamamlayan bir insana ‘kral’ sıfatını reva görmek ya onu anlamamak ya da iltifat ediyorum zannıyla ona hakaret etmektir. Kral unvanı mecazen bir alanda en iyi olan kimse için de kullanılmakta olup Aliya’yı mütevazı, adil, bilge yönetici modeli olması itibarıyla ‘yöneticilerin kralı’ olarak düşünenler de olabilir. Ancak, zulmü ve istibdadı çağrıştıran bir kavramı mecazi anlamını kast ederek bile olsa -yanlış anlamalara mahal vermemek için- Aliya’nın temiz adına yapıştırmamak kanaatimce daha uygun olacaktır.
Kral Değil Kul, Bilgiç Değil Bilge, Uydu Değil Önder Olmak
İzetbegoviç adil ve müşfik bir yönetici olması yanında ciddi bir fikir adamıydı. Doğu’yu da Batı’yı da yakından tanımış, İslam’ın da küresel vahşi düzenin de genetik kodlarını iyi kavramıştı. Aliya iman, aşk, akıl, irade ve birçok alanda bilgi sahibi idi. Ama asla bilgiçlik taslamadı. Fikrî derinliğine, bilgi birikimine, sadece kendi toplumu nezdinde değil bütün dünyada tanınmasına ve büyük bir itibar sahibi olmasına rağmen son derece mütevazı bir hayat tarzını ve gösterişten uzak doğal davranışları gönül huzuruyla benimsemişti.
Aliya inandığı gibi yaşayan, olduğu gibi görünen, toplumunu, insanları yürekten seven bir eylem adamıydı aynı zamanda. Bu gerekçelerle, Aliya gibi bir insanı betimlemek için ‘bilge kral’ yerine ‘bilge önder’ terkibini kullanmak daha isabetli olacaktır. Zira o, sırça köşkünde düşünce üretmekle yetinen ve uygulamayı halka bırakan elit bir entelektüel değil, hakimane fikirlerini bizzat hayata tatbik eden, toplumun sorunlarını çözmek için var gücüyle çaba sarf eden, insanlık onurunu muhafaza etmek için aktif mücadele yürüten bir bilge önder idi.
“Bilinçsizce yaşayan toplumların yıkılması ve yok olması kimseyi şaşırtmasın.” diyerek Allah’ın tarihe ve topluma vazetmiş olduğu değişmez bir yasaya işaret eden bilge Aliya, “Hedefimiz Müslümanların İslamlaşması, sloganımız ise inanmak ve mücadele etmektir.” özlü sözüyle de eylem stratejisini belirleyen bir hareket önderi olmuştur. Kökü gerek içeride gerekse dışarıda olan son derece karmaşık çok katmanlı problemlerle boğuşan günümüz Müslümanlarına bilgece yol gösteren Aliya, şanına yaraşır bir edayla İslam dünyasının önderlerine nasıl davranmaları gerektiğini de hatırlatmaktadır:
“Bize lazım olan serin akıl ve sıcak kalptir.” tespitiyle Aliya, İslam siyaset teorisinde liyakat ve ihlasa tekabül eden iki mühim vasfa atıf yapmaktadır. Bu tespit doğrultusunda, Müslümanları yönetme emanetini deruhte eden liderler yetkinlik ve içtenlik kıstaslarını ne kadar taşıyıp taşımadıklarının muhasebesini yapmalı, ya bu hususlardaki kusurlarını hızla gidermeli ya da ‘fuzuli şagil’ konumunu daha fazla sürdürmekten vaz geçip emaneti ehline tevdi etmelidir. Aksi takdirde daha da karmaşık bir hal alarak kartopu gibi büyüyecek problemler yumağında emaneti zayi etmeleri, kendileriyle birlikte yönetim erkini gasp ettikleri toplumları da hüsrana sürüklemeleri kuvvetle muhtemeldir. Bu sebeple, kalıcı ahiret hayatını ebediyen yitirme pahasına bu geçici dünya hayatının anlık hırs ve tamahlarına yenik düşmeme, keza insani zaaflarını terbiye ederek nefsin arzularına gem vurabilme hususunda günümüzün Müslüman liderleri bilge önder Aliya’yı örnek edinmelidir.
‘Bilge’ Sıfatının ‘Kral’lık Düzenini Meşrulaştıramayacağını İdrak Etmek
“Platon’dan itibaren ve onun etkisi altında kalan Müslüman filozofların siyasetnamelere soktukları bir siyasal idealdir ‘bilge kral’lık. Öyle ki bu, geleneksel kutsal ve tanrısal liderlik kültü ile ‘İslami hilafet’ geleneğini de birleştirerek, ortaya en azından önceki kadar kutsalcı, sonraki kadar da tanrısal payeye sahip bir otorite ve otoriterlik anlayışı çıkaracaktır. Bu öylesine yaman bir yanlış anlamadır ya da adlandırmadır ki, bırakın bu anlayışa teşne padişahları, 20. yüzyılın sonlarında ve Avrupa’nın ortasında bir ölüm kalım savaşımı veren, ama hiçbir zaman otoriterliğe yönelmeyen, kelimenin tam anlamıyla otoriterlik/krallık karşıtı bir ‘bilge’ olan Aliya İzetbegoviç’in üzerine bile yapışmıştır. Onu çok seven Müslümanlar, ona layık hiçbir sıfat bulamadıklarından olacaklar ki, geleneksel bilgi dağarcıklarına müracaat ederek, hayatı boyunca ‘kral’cı anlayışlarla mücadele etmiş ve ortaya koyduğu felsefe kadar siyasal mücadeleyle de geleceğin paradigması için özgürleşmeci bir çığır açan bu şahsiyete, aslında onun için bir aşağılama bile sayılabilecek, onun aziz hatırasını incitecek ve onun ısrarla reddettiği “kral” unvanını ona vermişlerdir. Oysa Aliya, ‘ulusun babası’ deyimini bile reddetmiştir (Kendi Kaleminden Aliya İzzetbegoviç, 2003:280). Aliya, olsa olsa çağımızın bir bilgesi (müceddidi/yenileyicisi), bir özgürlük mücahididir.
Bosna-Hersek’in ölüm kalım mücadelesi sürecinde zaman zaman askerî kıyafetler giymesine ve bağımsızlık sonrasında sürecin salimen yürütülmesi için bir süre siyasi liderlik yapmasına rağmen Aliya son tahlilde nebevi mücadele geleneğine uygun bir ‘sivil mücahid/mücadele adamı’dır…
Farklı etnik ve dinî topluluklarla iktidarını paylaşması bir yana, otoriterliği reddi, tevazuu, iktidar imkânlarını şahsi çıkarları için kullanmaması, şaşaa ve gösterişten uzak liderliği ve iktidar kibrine kapılmaması, sadece İslam dünyası için değil, Batı dünyası için de önemli bir örnekliktir. Sözgelimi savaş esnasında bir gün Cuma namazına geç geldiği için namazını caminin dışında, karların üzerinde kılar. Kendisini içeriye buyur edenleri ise, “beni bir diktatöre mi çevirmek istiyorsunuz?” diye reddeder. Savaştan sonra da şahsi hayatında bir değişiklik olmadığı gibi, eşi de pazardan alışverişini kendisi yapardı.” (Soran, 2016:603; el-İdrisî, 2016:659).
Krallık Düzeniyle Mücadeleyi Şiar Edinen Aliya’yı ‘Kral’ Sıfatıyla Yaftalamamak
Prof. Dr. Necmettin Alkan’a göre de ‘Aliya İzetbegoviç’ ismine ‘Bilge Kral’ sıfatının eklenmesi anlamsız, gereksiz, hattâ yanlıştır. Düşünce ve siyaset alanındaki başarılardan dolayı kendisine layık görülen bu tanımlama, Platon’un ütopyası olan ‘ideal devlet’in ‘filozof kralı’ndan mülhemdir. Eflatun’a göre, “filozoflar kral ya da krallar gerçekten filozof olmadıkça…” ideal devletten bahsedilemez. Aliya için özellikle Türkiye’de kullanılan bu sıfat Bosna-Hersek’te de alaka görmektedir. Dört farklı gerekçeden hareketle Aliya için ‘kral’ sıfatının kullanılmasını yanlış bulan Alkan’ın görüşleri şöylece özetlenebilir:
“Avrupa’da ortaya çıkan ‘kral’ kelimesinin Cermen dillerindeki kökeni ve kullanışı çok eskilere dayanmaktadır… Sırpçada ‘kral’, Rusçada ‘korol’ şeklinde telaffuz edilen kelime Türkçe’ye ‘kral’ şeklinde geçmiştir. Dolayısıyla, Ortaçağ Avrupası’nın ideal yaygın yönetici tipinin karşılığı olan ‘kral’ kavramının, Aliya İzetbegoviç için kullanılması doğru değildir.
Kur’an-ı Kerim’de krallık fesat düzeni, krallar da insanların hak ve haysiyetlerini ayaklar altına alan zalimler olarak tanımlanır (Bkz. Neml Sûresi, 27:34). İnsanlık için ideal tip olan Allah Rasulü de; “Ben kral değilim, içinizden biriyim.” buyurmuş, başkenti Medine olan İslam Devleti’nin başkanı olmasına rağmen, dönemin ‘kral’ anlamındaki yaygın yönetici sıfatı olan ‘melik’ kavramını asla kullanmamıştır. Raşit halifelerden hiç birisi de ‘melik/kral’ sıfatını kullanmayı kendilerine yakıştırmamıştır.
‘Kral’ kavramı Aliya İzetbegoviç’in savunduğu değerlere ve düşüncesine; siyasî ve felsefî birikimi ile mücadelesine ters olması, diğer bir itiraz hususudur. Aliya’nın başta “İslâm Deklarasyonu” ve “Doğu ve Batı Arasında İslâm” eserleri olmak üzere, diğer yayınlarında mevcut Avrupa medeniyetine ve kültürüne eleştiriler getirmiş; buna karşı alternatif arayışına girerek, İslâm’ı bu bağlamda bir çözüm olarak görmüştür. Özellikle de “İslâm Deklarasyonu” kitabı baştan sona böyle bir meydan okumanın ilanıdır. Bu kitabında her türlü imtiyazlı otorite ve sınıfa karşı olduğunu net bir şekilde anlatmaktadır. Bir fikir ve aksiyon adamı olan Aliya İzetbegoviç’in bu tür felsefi ve siyasi görüşleri, ona atfedilen “kral” lakabıyla asla örtüşmemektedir.
Bütün bu itiraz noktalarının en önemlisi de, Aliye İzetbegoviç’in kendisi için kullanılan bu kavramdan rahatsızlık duyduğunu bizzat dile getirmesiydi. Kendisini yakînen tanıyan ve son anlarına kadar yanında bulunan Süleyman Gündüz bu hususta çok net konuşmaktadır. Saraybosna’da Kasım 2013’te bir sohbet esnasında kendisine Aliya’nın böylesine bir adlandırmadan haberi olup olmadığını sorduğumuzda şöyle cevap vermişti:
“Türkiye’de kendisine ‘Bilge Kral’ dendiğini Aliya’ya söylediğimde, bu hiç hoşuna gitmemiş ve buna karşı çıkmıştı.” Ayrıca İzetbegoviç’i tanıyan ve onun yanında bulunan bazı Boşnaklar da aynı şekilde bu kavramın kullanılmasından rahatsızlık duyduklarını yine o gün dile getirmişlerdi.
Siyasi ve felsefi kimliğini, modern pozitivist Avrupa medeniyetine ve sonuçlarına getirdiği eleştirilerle ortaya koyan bir şahsiyete, Ortaçağ Avrupaî kökenli ‘kral’ lâkabının verilmesi tam anlamıyla ironiktir. ‘Bilge Kral’ ifadesi, onun temsil ettiği ve savunduğu değerler dünyasına terstir. Bu, Aliya İzetbegoviç’e ve onun fikirlerine bir değer katmaz. Aliya ismi kendi başına zaten bir kıymettir. Entelektüel ve siyasi kimliği şahsında birleştiren böylesine önemli bir şahsiyete, bu tür yanlış ve gereksiz yakıştırmalar yapmaya veya eklemeye hiç gerek yoktur. Mütevazı bir hayat yaşayıp ve mütevazi bir şekilde vefaat eden Aliya İzetbegoviç’e sadece kendi ismiyle hitap etmek yeterlidir.” (Alkan, 2016).
“… Ve onlar derler ki: ‘Rabbimiz! Bize göz aydınlığı olacak eşler ve nesiller ver! Ve bizi (Sana karşı sorumluluk bilinci taşıyan) muttakilere önder eyle!” (Furkan 25:74).
Kaynaklar:
- ALKAN, Necmettin; “Aliya İzetbegoviç ‘Bilge Kral’ Değildi”, Beyaz Tarih, http://www.beyaztarih.com/makale/aliya-izetbegovic-bilge-kral-degildi, 04.01.2016.
- Bilgemiz Aliya İzzetbegoviç, HECE Dergisi Aliya Özel Sayısı, Ocak 2016, 832 s. (Ufuk Soran ile Bir Bosna Gazisinin İlginç Anıları, s.658-660. Ebuzeyd el-Mukrî el-İdrisî; Mağrib’den Maşrık’a Aliya İzzetbegoviç, 596-609).
- Kendi Kaleminden Aliya İzzetbegoviç: II. Endülüs Soykırımına Geçit Vermeyen Bilge Adam, Çev.: A. Demirhan, A. Erkilet, H. Öz, Vakit Gazetesi Yayını, İstanbul 2003, 400 s.
- İZZETBEGOVİÇ, Aliya; İslamî Yeniden Doğuşun Sorunları, Çeviren: Dr. Rahman Ademi, Fide Yayınları, İstanbul 2010, 184 s.
O denli güçlü, imanli, merhametli, çalışkan,toplumuna efendi değil hizmetkâr… olan Merhumu ‘kral’ gibi kör, topal, kısır, karaktersiz, bize ait olmayan bir kavrama hapsetmek ‘kral’ kelimesine övünc ‘Aliya’ ya da hakaret ve vefasızlik olarak yeter.
Teşekkürler paylaşım için.
Ne kadar da doğru.
Kelimeleri seçerek kullanmanın önemini bir kere daha idrak etmiş bulunuyorum.
Çok teşekkür ederim…
Evet, katılıyorum, Aliya bilge olmaya bir bilge idi ama babadan oğula verasetle intikal eden bir kral değildi. Çünkü o yaşadığı toplumla hem hal olmuş bir halk adamıydı. Esas beni düşündüren ve kafa yormamız gektiren bir şey var: O da o kadar olumsuz şartlar ve ortamda Aliya nasıl yetişti? Her İslam ülkesinin böyle bir şahsiyete çok ihtiyacı vardır. Teşekkür ederim Fethi Hocam, ümmetin ihtiyacı olan bir şahsiyeti bir rol model olarak gündeme getirmişiniz.
Aliya gibi Hak aşıkları için en yüksek mertebe, Allah’a kul olmaktır. Dünyevi payelerin bir önemi kalmamaktadır, bu yüce makam yanında.
Efendimiz (sas) de tek iftihar ettiğim makam Allah’a kul olmaktır demiştir. Aynı membadan beslenince, aynı yol takip ediliyor, Rabbim bu yoldan ayırmasın.
Selam ve dua ile…
Kaleminize sağlık.Farklı bir bakış açısıyla baktırdığınız için.